13 Ekim 2019 Pazar
Kan ve Damarların Temizlenmesi - Dr Aidin Salih Gerçek tıp kitabı
Kan ve Damarların Temizlenmesi:
Yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, kalp-damar, böbrek ve karaciğer hastalıklarında ve 40 yaş üzerindekilerde kan ve damar temizlemesi gerekir. Kan ve damar temizlemesi yaparken haftanın 2 günü, sadece mevsim meyvesi veya meyve suyu ile geçirilir.
3 hafta boyunca
Her sabah aç karnına aşağıdaki damar açıcı ilaçlardan biri içilir, 1 saat başka hiçbir şey alınmaz.
Sonra ikindiye kadar kiraz mevsiminde kiraz, vişne mevsiminde vişne, elma mevsiminde kabuğuyla ve çekirdekleriyle elma yenir veya suyu içilir, nar mevsiminde çekirdekleriyle birlikte nar yenir. Kırmızı pancar suyu-soğan suyu karışımı da içilebilir.
İkindi de yemek yenebilir.
Yemekten 5 6 saat sonra Ballı Sarımsaklı İlaç içilir.
Kan temizleyen, damar açan ve kolesterol düşüren ilaçlar;
Ballı sarımsaklı karışım
10 limon suyu + tahta havanda dövülmüş 10 baş sarımsak + 1 kilo bal karıştırılarak cam kavanoza konur. Ağzı 3 kat pamuklu bezle kapatılır ve karanlık bir yerde 7 gün bekletilir. 7 gün sonra kavanozun kapağı kapatılarak buzdolabına konur. Uzun süre dayanır, hatta ne kadar uzun bekletilse o kadar kuvvetlenir.
Hazırlanan karışımdan günde bir defa olmak üzere 4 çay kaşığı yutulur. Her defasında ağza en fazla 1 çay kaşığı alınır. Hemen yutmadan, ağızda dolandırarak dağılması sağlanır. Bu şekilde tüketilmesi önemlidir, çünkü ilaç midede değil, ağızda, kılcal damarlar tarafından emilmelidir. Her gün aynı saatte aç karnına içilen bu mükemmel ilaç kalp ve beyin damarlarını açar, kanı temizler. Bir defada yutulursa, karaciğer hastalıklarına, mide ve onikiparmak bağırsağı ülserine, H, Pylori enfeksiyonuna iyi gelir.
Sağlıklı olanlarda sağlığı korumak, hastalarda ise şifa için senede bir defa kullanılır. 40 yaşın üzerindekiler her türlü hastalıkta bu ilacı kullanabilir.
Soğanlı İlaç;
1 bardak taze sıkılmış soğan suyu + 1 bardak bal karışımından her gün 30 50 gram olmak üzere 2 defa aç karnına içilir.
Sarımsaklı Zeytinyağı;
1 bardak sızma zeytinyağı + 1 baş dövülmüş sarımsak karıştırılır ve 24 saat bekletilerek süzülür. Günde 1 defa, 30 gram sarımsaklı zeytinyağı + 30 gram limon suyu karışımı içilir. Yemek ve salatalarda da kullanılabilir.
Dikkat: Günde 50 gramdan fazla zeytinyağı tüketmemek gerekir.
Biberiyeli Sirke;
3 çorba kaşığı biberiye kabaca öğütülür veya dövülür, 500 gram ev sirkesi ile karıştırılır ve kapağı kapatılarak 7 gün bekletilir. 14 gün boyunca günde 1 2 defa aç karnına 30 gram sirke suyla içilir.
Bu ilaçlar başta beyin damarları ve kalp damarları olmak üzere bütün damarları açar, nefesi rahatlatır, kanamayı azaltır. 40 yaşından sonra herkesin özellikle kadınların bu ilaçlara ihtiyacı vardır. Yılda 1 2 ay kullanmalıdır.
Biberiye, zencefil, sarımsak, soğan, kırmızı pancar, limon, greyfurt, yeşil çay, ısırgan otu, maydanoz, kuşburnu, ev sirkesi, elma ve nar kan ve damarları temizler.
Kaynak: Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
12 Ekim 2019 Cumartesi
Alerjiye doğal tedavi yöntemleri | Dr. Aidin Salih gerçek tıp kitabı
ALERJİ:
Doğada mikrop, virüs, küf mantarı, polen, arı ve böcek zehri, ev tozu, kedi, köpek ve kuş tüyü gibi milyonlarca doğal alerjen vardır. Buna karşılık insan vücudunda her bir alerjene karşı aynı sayıda antikor yaratılmıştır. Antikorlar, kan ve vücut sıvısında pasif durumdadır, herhangi bir alerjenle karşılaşınca antijeni nötrolize eder, yok eder veya dışarı atar. Bu süreç sağlıklı insanda iç veya dış hiçbir belirti vermeden gelişir. Fakat bağışıklık sistemi ilaçlarla zayıflayınca, karaciğer ve böbreklerin toksinleri nötrolize etme ve dışarı atma fonksiyonu bozulunca alerji ortaya çıkar. Alerji, bağışıklık sisteminin, alerjene verdiği aşırı tepkidir. Bütün tıbbi ilaçlar, özellikle antibiyotikler ve aşılar, GM ürünler, hazır gıdalardaki katkı maddeleri, sentetik aromalar, deterjanlar, kimyasal maddeler, tarım ilaçları gibi maddeler bağışıklık sistemi tarafından tanınmayan yapay alerjenlerdir. Alerjenin biriktiği bölgeye göre farklı belirtiler ortaya çıkar: Dudaklarda, dilde ve boğazda şişme, yanma ve kaşıntı; yüzde kızarıklık; karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal; hapşırma, burunda kaşıntı, akıntı ve tıkanıklık; gözde yaşarma ve kaşıntı; kulakta kaşıntı, baş ve kulak ağrısı; nefes darlığı, öksürük, hırıltılı solunum, göğüste tıkanıklık; ciltte kaşıntı ve döküntüler. Bu belirtilerin krizler şeklinde ortaya çıkması, bir müddet sonra kendiliğinden geçmesi ve defalarca tekrarlanması alerjik hastalıkların tipik özelliğidir.
Beslenme;
Her gün (açlık günleri hariç):
•Sabah (06:00-07:00): Bir bardak greyfurt suyu veya limon suyu, suyla karıştırılarak içilir. 1-3 diş sarımsak yutulur.
Yarım veya 1 saat sonra 30-50 gram halis zeytinyağı + 30-50 gram limon suyu içilir.
• Acıkınca 50 gram kırmızı pancar suyu. + 150 gram ıspanak suyu veya 150 gram semizotu suyu + 50 gram kuru soğan suyu veya 150 gram ıspanak suyu karışımı öğleye kadar birkaç seferde içilir. Her bardakla birlikte 1-3 diş sarımsak yutulur.
Yemekten yarım saat önce 3 tane acı badem, 3 tatlı badem ile yenir.
• İkindide saat 17 de Mizaca uygun et, balık veya taze köy yumurtası salata ya da sebze yemeği ile yenir. Yemekle beraber veya yemekten sonra 1-5 diş sarımsak yutulur. Sarımsak yerine çiğ soğan da yenebilir.
Akşam 21 de 1-5 diş sarımsak yutulur ve 1 tatlı kaşığı ısırgan tohumu veya ezilmiş ısırgan otu + yarım çay kaşığı öğütülmüş zencefil + 1 tatlı kaşığı bal karışımı suyla yutulur. Yazın bu karışım yerine vişne, erik, taze incir, üzüm veya karpuzdan biri yenir.
Isırgan otu her şekilde kullanılabilen, organları toksinlerden temizleyen, alerjik tepkileri azaltan ve pek çok faydası olan bir bitkidir: Çayı demlenir, yemeğin üzerine serpilir ya da taze yapraklarından salata veya yemek yapılır. Yıllarca kullanılabilir.
3 hafta boyunca bu beslenme şekline devam ederken her Pazartesi ve Perşembe 1 günlük açlık yapılır.
3 hafta sonra 3 gün açlık ve 4. gün karaciğer temizlemesi yapılır Karaciğer Temizlemesi 3. Gün, 1 Günlük Açlık ve 3 Günlük Açlık bölümlerine bakınız.
Anafilakside ilk yapılması gerekenler;
Anaflaksi belirtileri aniden başladığı ve hızla ilerlediği için, hasta ve yakınlarının yapacağı fazla bir şey yoktur. Ancak, kriz başladığında, vakit kaybetmeden aşağıdakileri uygulamak krizi yavaşlatabilir veya durdurabilir.
• Hastaya haber vermeden, yüzüne ve göğsüne soğuk su çarpmak
• Soğan kırarak koklatmak veya buruna soğan suyu damlatmak ve küçük yudumlarla içirmek;
• Ayakları ve baldırları ovmak;
• Limon suyu veya ev sirkesi içirmek ve cilde sürmek.
• Önce sırta sonra karna büyük kupalar kapatmak.
Anafilaksi şoku: Bazı alerjik reaksiyonlarda, anafilaksi denilen, aniden başlayan, şok şeklinde krizler gelişebilir. Antibiyotik gibi bir ilaç kullanımı veya arı sokması gibi durumlarda hızla gelişen, şiddetli bir olaydır. Yüzde, dudakta, dilde, boğazda aniden şişme; kaşıntı ve kabarıklıklar; kusma, karın ağrısı ve ishal; ateş, terleme, havale; kalpde ritim bozukluğu, tansiyon düşmesi; nefes darlığı, hırıltılı solunum, morarma, solunumun durması gibi anafilaksi belirtilerinin dereceleri duruma bağlı olarak değişir. Ağır anafilaksi vakaları, nadir de olsa, birkaç dakika içinde ölümle sonuçlanabilir. ("GMO", "Katkı Maddeleri", "flaçlar" bölümlerine bakınız.)
Bahar nezlesi, bazı insanlarda bahar aylarında tekrarlayan, ağaç, çalı ve ot polenlerine bağlı olan ve modern tıpta çaresi bulunmayan alerjik bir reaksiyondur. Bu alerjik reaksiyon aslında polenin etkisi ile ortaya çıkan iyileşme krizi, farklı polen çeşitlerinin vücuttaki toksinleri bağlayarak dışarı atma sürecidir.
Öneriler; Alerji tedavisinde temel prensip, alerjene duyarlılığı azaltmak ve alerjenle teması kesmektir. Alerjene olan duyarlılığı azaltmak için, evvela, beslenmeyi düzeltmek ve genel tedavi uygulamak gerekir. ("Hastalıkların Sebepleri", "Yiyecek ve içecekler", "ilaçlar" bölümüne bakınız.)
Doğal alerjenlere bağlı alerjilerde, karaciğer temizlemesi ile alerjene olan duyarlılık azalır veya geçer. Ancak, toksik özellik taşıyan yapay maddelerle teması kesmek zorunludur. Bunlara karşı gelişen alerjik reaksiyon, bağışıklık sisteminin doğal koruma hareketidir. Çünkü bağışıklık sistemi, kuvvetli olduğu müddetçe, toksik maddelerin vücuttaki organ ve sistemlere karışmasına engel olmak için her yolu kullanır. Gıdalara eklenen GM kökenli veya sentetik katkı maddeleri, gerçekte gıda olmadıkları için alerjik hastalığa en sık sebep olan maddelerdir. ("GMO" bölümüne bakınız.) inek sütü kan grubu A ve 0 olanlara doğal alerjen olduğu, yani onların mizacına uygun olmadığı için, süt tüketmemeleri gerekir. Süt tozu ise herkes için alerjendir. ("Süt" bölümüne bakınız.) Suni beslenen tavukların yumurtası, hayat yumurta ve yumurta tozu da herkes için alerjen ve genel sağlığı tehdit edicidir. Ancak doğal beslenen tavuğun taze yumurtası kimse için alerjen değildir. ("Tavuk Eti ve Yumurta" bölümüne bakınız.)
Aşı tedavisi: Türkiye'de, şifa ümidi ile, yıllarca, ara vermeden aşı olmaya devam eden bir çok alerji hastası vardır. Alerjik hastalıklarda aşı, kabul edilebilir bir tedavi yöntemi olamaz. Astım ve diğer alerjik hastalıklarda, tehlikeli, hatta ölümcül riskler taşıdığı için bir çok Avrupa ülkesinde yasaklanmıştır.
Kaynak: Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Akciğer Hastalıkları Doğal Tedavi - Dr Aidin Salih
Akciğer Hastalıkları: İlk nefesle başlayan ve son nefesle biten insan hayatı boyunca her bir nefesin önemi büyüktür. Doğal nefes doğal duyguları, doğal düşünceleri, doğal kuvvetleri ve organların sağlığını muhafaza eder. Çünkü nefes, vücuda alınan oksijen, su ve gıda gibi maddelerle hücreler arasındaki uyumu sağlar. Bu faktörler göz önüne alındığında, nefesin, sağlığı ve düşünceyi besleyen bir kuvvet olduğu söylenebilir.
Bir bebeğin nefes alıp verişine dikkat edilirse, nefes alırken (Haaay) karnının şiştiği, verirken (Huuu) içeri çekildiği görülür. Bu doğal solunumdur ve hayat boyu böyle devam etmesi gerekir. Sağlıklı çocuk nefes alırken değil, verirken ses çıkarır ve nefes vererek konuşur. Düzgün nefes alıp-veren insanda akciğerlerin tüm segmentleri nefes faaliyetine iştirak ederek diyaframı çalıştırır. Diyaframın hareketiyle göğüs ve karın organlarına masaj yapılır, kan dolaşımı kolaylaşır, organlar gücünü, sağlığını ve temizliğini korur. Bu sebeple diyafram, "ikinci kalp" olarak da adlandırılır.
İnsan çok, sık ve karışık yedikçe, sigara içtikçe, sandalyede oturdukça ve yaşlanmaya başlayınca, nefes alıp-verme bozulur ve diyafram katılaşır. Beslenme hatalarıyla oluşan gaz ile karın şişer, diyafram kaburga kemiklerinin altında hareketsiz kalır. Katılaşan veya gazla sıkışan diyafram doğru nefes almayı ve yeterli miktarda oksijen almayı engeller ve insanın kendini sürekli yorgun ve bitkin hissetmesine sebep olur.
Uzun süre sandalyede oturmak ya da dar elbise giymek, iç organlardaki kan dolaşımını daha da zorlaştırarak gaz çıkarmayı engeller. Gazın kana karışmasıyla kirlenen kan hastalıklara yol açar.
Endüstriyel atıklar, sigara ve alkollü içecekler de nefes düzenini bozar; doğal yönünü değiştirir; nefes alırken karın içeri çekilir, verirken şişer.
Bu şekilde nefes alıp-verdikçe, akciğerlerin alt segmentleri solunuma iştirak edemez hale gelir. Bu durumda göğüs kaslarının göğüs kafesini genişletmek için harcadığı enerji, nefes alma yoluyla kazanılan enerjiden daha fazla olur. Normalde ise, nefes yoluyla havadan alınan enerjinin göğüs kafesini genişletmek için harcanan enerjiden daha fazla olması gerekir. İnsanların çoğunda akciğerlerin yalnızca üst segmentleri solunuma katılır, alt segmentleri solunumun dışında kalmıştır. Bu noktadan sonra vücutta negatif enerji birikmeye başlar ve enerji dengesizliği ortaya çıkar.
Bu durumda nefes, konuşma ve organlar arasındaki işbirliği bozulmuş olur. Nefes alıp verme konuşma esnasında da bozulur, insan nefes verirken olduğu gibi, alırken da konuşur hale gelir.
Hastalanan ve enerji dengesi bozulan insanda herhangi bir şekilde burun tıkanıklığı ortaya çıkar. Bu, bağışıklık sisteminin sempatik ve parasempatik sinir sistemleri arasında kaybolan enerji dengesini sağlama çabasıdır. Tıkanıklığı tıbbi ilaçlara ısrarla açmaya çalışmak bu dengeleme faaliyetine zarar verir. Tıkalı burun deliğini kapatıp diğeriyle derin nefes alıp vermek, enerji dengesini kısa zamanda sağlayarak burun tıkanıklığını açar. Açlık yapmak, aynı zamanda soğan suyu, çörekotu yağı, acı kavun yağı veya suyu gibi doğal açıcılar kullanmak ise enerji dengesizliğinin sebebini de ortadan kaldırır.
Her bir organ kendine özgü bir titreşimde çalışır. Tasavvuf bunu her organın kendine ait bir zikri vardır, şeklinde anlatır. Ters nefes, organların zikrinin bozulmasına yol açar; zikri bozulan organ hastalanır.
Nefes alıp vermeyi düzeltmenin en kısa ve kolay yolu 3 günlük açlıklar yapmak ve Kur'an-ı Kerim'i nefes kontrolü ile sesli ve tec vitli okumaktır. Kur'an-ı Kerim'de nefes alma, verme ve duraklama yerleri belirtilmiştir. Bir nefeste 30-60 saniye sesli Kuran-ı Kerim okuyarak 1-2 ay içinde nefes alıp verme düzeni yeniden kazanılabilir. Koşma, kürek çekme ve yüzme nefesi düzeltmenin diğer yollarıdır.
Fakat tok karnına kıraatle Kur'an-ı Kerim okumak kalbi ve akciğerleri yorar. Hafız ve imamlar arasında kalp hastalıklarının sık görülmesinin sebebi budur.
Küçük yaşlarda ortaya çıkan akciğer hastalıklarının sebebi yanlış beslenme, ileri yaşlarda ise akciğerlerdeki hava yollarının daralmasıyla solunumu zorlaştıran kimyasallar ve sigaradır. Sütü sindiremediği halde çok süt içen kan grubu A ve 0 olan çocuklarda, akciğer hastalıklarına sık rastlanır. Fakat sentetik süt proteinleri, süt tozu ve hazır mamalar bütün çocuklarda akciğer hastalıklarına sebep olabilir.
Başlıbaşına bir sanayi olan her bir sigara, içilirken 4 bin çeşit kimyasal üretir. Bu kimyasallar arasında mutajen, toksin ve sadece kanserojen olan 60 çeşit madde bulunur. Bunların yaklaşık %20'si içenin akciğerlerine ve kanına, %80'i çevreye ve çevredeki insanlara zarar verir. Ayrıca plastik eşya, kimyasal madde, boya ve deri fabrikalarında çalışan, bu fabrikaların yakınında yaşayanlarda da ciddi akciğer hastalıkları görülür.
Basit akciğer hastalıkları kısa zamanda iyileşebilir. Akciğerlerin hastalanma ve iyileşme sürecini bronşiti örnek alarak inceleyelim:
Uzun ömürlü süt, katkılı süt ürünleri ve süt tozu içeren yiyecekler sebebiyle oluşan balgam akciğerlerde toplanır, hava yollarını ve kılcal damarları tıkar. Havaya karışan deterjan, çamaşır suyu, asit, parfüm, formaldehit, tiner ve benzer kokulu maddeler akciğer dokularını tahriş eder; kömür, kireç, alçı gibi maddelerin tozları akciğerleri doldurur. Akciğerler böyle bir zararla karşıkarşıya kalınca bağışıklık sistemi, iştahı keser, ateşi yükseltir. Ateş kanı ısıtır, ısınan kan ve görevli hücrelerle salgılanan eriticiler akciğerlerde toplanan eriyebilen atıkları eritmeye ve balgamı çözmeye başlar. Kanın ısınması ve balgamın artmasıyla birlikte akciğerleri korumakla görevli mikroplar çoğalır. Bu mikropların enzimleri ısınan kanın da yardımıyla, bronş duvarlarından mukus gibi organik ve kireç gibi mineral maddeleri kazıyarak atmaya başlar. Atıklar çoğaldıkça, ateş düşer, titreme ve terleme artar. Titreme, bir giysiyi silkeleyerek tozdan arındırmaya benzer. Bronşlardan kazınan atıklar titremeyle balgama karışır, öksürükle akciğerlerden atılır.
Isınan kanla eriyen atıklar deriye gönderilir ve terle dışarı atılırken deri üzerinde bir toksin tabakası oluşturur. Her terlemeyle birlikte deri üzerinde biriken toksin tabakası kat kat artar ve derideki gözenekleri tıkar. Bu sebeple sonradan deriye gelen toksinler ilkindeki ateş yüksekliği ile dışarı atılamaz. Bağışıklık sistemi, sonradan gelen toksinleri tıkanan gözeneklerden geçirebilmek için, ateşi yükseltmeye mecbur kalır. Bu durumda yapılacak en doğru şey, ateş düşürücü almak değil, cildi ılık suyla yıkamak veya sirkeyle silmektir. Gözenekleri açılan temiz cilt yeni gelen toksinleri kolayca geçireceği için bağışıklık sisteminin ateşi yükseltmesine gerek kalmaz.
İyileşmeye yardım etmek için
• İştah gelene kadar hiçbir şey yememelidir. (3-4 gün)
• Ateş 39-40 dereceye çıksa da ateş düşürücü almamalı, tam tersine AIIah'a şükretmelidir. 41 dereceye çıksa bile, ateşe sabretmek gerekir çünkü, beyinde oluşan tıkanıklıklar sadece 40-41 derece ateşle eritilip atılabilir. {''FK-Havale" bölümüne bakınız.) Ancak ateş 39-40 dereceye çıkınca, her terlemeden sonra soğuğa yakın ılık su ile yıkanmalı, soğuk su ve buzla kafaya koropress yapmalıdır.
• İlk yapılacak şeylerden biri de su lavmanıdır. Çünkü bağırsaklar dolu olursa, toksinleri kana sızdırır ve durum ağırlaşır. Boş olduğunda, bağırsaklar kandan ve organlardan toksinleri çeker.
• Lavmandan sonra, soğuğa yakın ılık su ile banyo yapılır. Toksinler terlemeyle atıldığı için, hastalık süresince her terlemeden sonra banyo yapmak veya sirkeli ya da limonlu suyla cildi silmek gerekir.
• Bu 3-4 gün süresince öksürüğü hafifletmek, böbrekleri çalıştırmak ve korumak, kanı sulandırmak ve temizlemek için ılık su ve zencefil suyu katılmış limon veya greyfurt suyu içilebilir. Ancak içmek istemeyen zorla içmemelidir. Bu, beyin veya akciğerlerde ancak kuru açlıkla çözülebilecek atık ve tıkanıklıklar olduğunu gösterir.
•Kuvvetlenince hemen kalkmak, hareket etmek, yürüyüşe çıkmak gerekir. Ateş düşmeye (2. veya 3. gün) başlayınca, omuzlara ve göğse hacamat yaptırmak veya ense çukuru altı-bel arasına 11 tane sülük koymak, sülükler düştükten sonra vakum yapmak gerekir.
Genellikle 4. günde hastalık sona erer. Ancak iyileşmenin daha derin olması için 4. veya 5. günden itibaren akciğerleri yumuşatıp temizleyen ve öksürüğü artıran aşağıdaki ilaçlar önerilir:
3-4 hafta boyunca her sabah 1-3 limon veya greyfurt suyu suyla içilir. Acıktıkça aşağıdaki ilaçlar sırayla içilir.
200 gram ılık su, 1 tatlı kaşığı hakiki bal, 3-5 diş dövülmüş sarımsak veya 30-50 gram soğan suyu karıştırılır ve yudum yudum içilir. 2 hafta devam edilir.
Yeşil mercimek, kimyon, kekik, pul biber veya karabiber ile pişirilip süzülerek suyu içilir. 3 gün devam edilir.
1 çorba kaşığı taze kavrulmuş keten tohumu, 14 tatlı badem, 3 acı badem, bir tatlı kaşığı ısırgan tohumu öğütülerek 2 defada bal şurubu ile yutulur. Bu ilaç öksürüğü yumuşatır, balgamı söker, akciğerleri temizler. 2 hafta devam edilir.
1 tutam safran, 200 gram su ile karıştırılır, bir gün sonra süzülür. Bu sudan 1-2 çorba kaşığı, günde 2 defa suyla içilir. Veya
1 kilo taze incir (taze incir yerine 300 gram doğal kurutulmuş incir 2 bardak su ile ıslatılır ve bir gece bekletilerek kullanılabilir) + 3-4 kabuk tarçın + 2 bardak su + 1 bardak şeker 10-15 dakika kaynatılır. 5 6 saat sonra yarım kilo bal, 2 çorba kaşığı toz zencefil eklenerek kısık ateşte 2-3 dakika daha kaynatılır. 200 gram sıcak suda 4 saat bekletilen 1 çorba kaşığı safran süzülerek eklenir. Bir gün sonra süzülerek hazırlanan şuruptan günde 50 gram nane veya kekik çayı ile bitene kadar içilir, yanında 1-2 tane incir yenebilir.
Safran akciğerleri kuvvetlendirir.
7. günden itibaren mercimekli ilaç kesilip, yerine bir defa yemek yenebilir.
İyileşmenin daha basit yolu :7 gün açlık yapmaktır. Sonuç mükemmeldir. (Açlıklar, bölümüne bakınız.)
Asıl hastalık yanlış beslenme ve yaşam tarzı olduğuna göre hastalığa bu şekilde müdahale etmek, hem kanın hem de bütün organların temizlenmesini sağlar. Hastalığı tek tedavi eden Allah tarafından yaratılan bağışıklık sistemidir. Bronşit veya zatürre hastalık değil, gerçek hastalıktan kurtulmaya vasıtadır. Sebebi bırakıp, vasıta ile uğraşmak ve Allah-ü Teala'nın kanunlarına karşı savaşmak faydasızdır, zarardır.
Deri terleme, döküntü ve sivilcelerle; akciğerler nefes ve öksürükle; beyin hapşırma, burun kanaması, geniz akıntısı, burun akıntısı, kulak kiri, kulak iltihabı, kafa ve kulak arkası yaralarıyla; böbrekler idrarla; mide ve safra kesesi kusmayla; karaciğer ve bağırsaklar ishalle zehirli maddeleri dışarı atar. Bunlar hastalık değil, iyileşme belirtileridir. Saçların dökülmesi ve tırnakların hızlı uzaması da toksinleri uzaklaştırma yoludur.
Allah, bütün hatalarımızı sonsuz rahmetiyle karşılar ve her adımda bir kurtuluş yolu gösterir. Ancak çoğu insan Allah'ın her adımda lütfettiği rahmetine her adımda isyan ve ihanetle karşılık verir.
Kaynak: Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Yağlar - Dr Aidin Salih
Yağlar. Bütün hücre duvarları yağ içerir. Yağ, deri altında, organların ve kasların çevresinde toplanarak depolanır ve dışarıdan gelen tehlikelere karşı organları korur. Vücut ısısını ve su kaybını kontrol altında tutar. Deri altındaki yağ, deriye esneklik ve güzellik verir, yaralanma ve iltihaplanmadan korur. Saçları, kılları, deriyi yumuşatır ve parlatır. Vitaminleri taşır, emilimine yardım eder. Mideyi yavaş terk ettiğinden doygunluk hissi verir.
Beynimizin yaklaşık %60'ı yağ asitlerinden oluşur. Bunun yarısı doymamış yağ asitleri, diğer yarısı da doymuş yağ (hayvani yağ gibi) asitleridir. Doymuş yağlar hücre zarının yüzde 50'sini oluşturur ve metabolizmanın çalışmasında önemli rol alır: Kalsiyumun kemiklere taşınmasını, karaciğerin toksinlerden korunmasını sağlar, iyi kolesterolü arttırır, hücreleri zararlı bakterilere karşı savunur, bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, cinsiyet hormonları da dahil olmak üzere, çeşitli hormonların üretiminde yer alır, kan akışkanlığını sağlar. Doymuş yağlar ısıtma ve pişirme sırasında bozulmadığı için kızartma ve kavurma işlemlerini bu yağlarda yapmak gerekir. Eti kendi yağı ile pişirmek, etin sindirimini kolaylaştırır. Görüldüğü gibi hayvani yağlar yani doymuş yağlar sanıldığı gibi tehlikeli değildir. Fakat, doğal beslenmeyen hayvanların yağı zararlıdır. Çünkü hayvan vücudu da tıpkı insan vücudu gibi hazımsızlık sonucu oluşan kalıntı ve zehirleri yağda depolar. Sağlıklı insanın haftada 2-3 defa yağ yemesi yeterli olabilir. Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) "40 güne kadar et ve yağlı yememeye devam etmek, ahlakı bozar, tabiatı değiştirir", buyuruyor. Kur'an-ı Kerim'de Nur Suresi'nde zeytinyağ övülmüş, Enam Suresi'nde en iyi hayvani yağlar detaylı anlatılmıştır. Doymamış yağlar Omega 3 ve Omega 6, hücre zarının yapısı, hücre büyümesi ve bölünmesi, kanın pıhtılaşması, kan basıncı ve kolesterol seviyesinin dengelenmesi; damarlarda kanın pıhtılaşması ve yağ birikiminin önlenmesi; damarlardaki hasarın azaltılması ve düzeltilmesinde ve bağışıklık sisteminin çalışmasında yardımcı olur. Zeytinyağı, ceviz ve yağı, keten tohumu ve yağı, yağlı balık, taze köy yumurtası, semizotu ve tohumu, ısırganotu ve tohumu ideal omega yağ kaynaklarıdır. Soya yağı ve ayçiçek yağı da omega yağlar açısından zengindir. Fakat artık bu yağlar, yağ özelliği taşımamaktadır çünkü soya yağı ve ayçiçek yağı üretiminde sadece GM tohumlar kullanılmaktadır. GM mısır, GM ayçiçek ve pek çok GM tohumdan elde edilen sıvı yağlar, hidrojenize edilmemiş dahi olsa, sindirilemez. Çünkü tabiatta mevcut olmayan, yaratılmamış yiyecekler için sindirim sistemi de yaratılmamıştır. (GMO, bölümüne bakınız.) Bitkisel yağlar eskiden çekirdeklerden ve tohumlardan soğuk sıkma ile elde edilirdi. Bugün ise yağ ekstraksiyonu, sıkıştırma makinelerinde, 110°C ısı, toksik kimyasal yağ çözücüler ve yüksek basınçla yapılır. Uygulanan bu ısı, basınç ve kimyasal çözücüler, doymamış yağ asitlerinin karbon bağlarını koparır, serbest radikaller oluşturur ve serbest radikallerden korumakla görevli olan E vitaminini ortadan kaldırır. Bu işlemden geçen keten tohumu yağı, ayçiçek yağı ve mısırözü yağı gibi bitkisel yağlar kanser, şeker hastalığı, karaciğer hastalıkları ve beyin rahatsızlıklarına yol açabilir. Ekstraksiyondan sonra yağlar hidrojenize edilir. Hidrojenize yağIar Margarinler, hidrojenize bitkisel yağlar ve kısmen hidrojenize bitkisel yağlar bu gruba girer. Sıvı yağlar, yanma derecesini yükseltmek, bozulmaya dayanıklı hale getirmek ve raf ömrünü uzatmak için hidrojenize edilir. Hidrojenize etmek, yüksek basınç ortamında, yağın moleküler yapısına nikel katalizör ile hidrojen atomları ekleyerek kimyasal formülünü değiştirmektir. Yağ doğal bile olsa bu işlemden sonra yiyecek özelliğinden çıkar. Doğal yağları sindirebilen safra asitleri, kimyasal formülleri değiştiği için, hidrojenize edilen yağları tanıyamaz. Örneğin, margarin üretilirken ayçiçek, soya, hurma ve pamuk yağı gibi farklı bitkisel yağlar birbiriyle karıştırılır ve nikel katalizör ile hidrojenize edilir. Bu arada yağda eriyebilen gliserol ve lesitin (Domuz gliserol ve lesitini olabilir) gibi emülgatörler, A, D, E, K Rekombinant DNA vitaminleri ve ayrıca margarine tad ve kokusunu veren tereyağı aroması, zeytin araması gibi dağala özdeş aramalar eklenir. Sitrik asit, laktik asit, potasyum sorbat gibi çeşitli koruyucu maddeler, su, süt tozu, tuz katılır ve karıştırılır. Bu işlem sonucu elde edilen margarinin kimyasal yapısı ile plastiğin kimyasal yapısı arasında sadece bir molekül farkı vardır. 1940'lardan bu yana yapılan araştırmaların da gösterdiği gibi hidrojenleştirme sonucu elde edilen bu yağlar birçok sağlık probleminin kaynağıdır.
• Hazmedilemez, doğal yağ sindirimini de bozar, yağda eriyen A, D, E, K vitaminleri emilmeden dışkı ile atıldığı için vitamin eksikliği görülür.
• Karaciğeri bozar, yağ bezlerini büyütür, sivilceleri artırır.
• Kötü kolesterolü yükseltir, iyi kolesterolü düşürür, obeziteye sebep olur.
• Anne sütünü azaltır ve kalitesini düşürür.
• Bağışıklık sistemini zayıflatır.
• İnsülin aktivitesini düşürerek diyabete sebep olur.
• Damarlarda birikir, damarları daraltır ve katı, hiçbir şekilde eritilemeyen tıkanıklıklar oluşturur. Bu nedenlerden dolayı kan dolaşımının bozulmasına, kan basıncının yükselmesine sebep olur. Damar tıkanıklığı ile bağlantılı bütün nörolojik ve fiziksel problemleri, kalp-damar hastalıkları ve kanser riskini 5 kat artırır. Kızartıldıktan sonra bekletilen yağda ya da işlenmiş gıdalardaki yağda, yağ oksidasyonu ile toksik özellikte peroksitler ve serbest radikaller oluşur. Bu nedenle cips, bisküvi, kızartılmış ve bekletilmiş hazır yiyecekler ve bir defadan fazla kızartmada kullanılan yağları tüketmek tehlikelidir. GDO bazlı bitkisel yağlardan (ayçiçek, soya, mısırözü, kanola vb.) üretilen sabunları bile kullanmak tehlikelidir. Kuruyemiş, kavrulur kavrulmaz, patates kızartması ise hiç olmazsa, kullanılmamış yağda kızartılarak beklemeden yenmelidir. Pişirme sırasında serbest radikaller oluştuğu için, doğal bitkisel yağları da, çiğ olarak kullanmak gerekir. Zararlı yağlar damarlarda küçük kütleler oluşturur. Bu kütleler kanla birlikte dolaşırken, HDL kolesterolle (iyi kolestrol) kaplanmaya başlar (poşetlenir) ve derinin yağ bezlerine gönderilir, oradan sivilce ve çıbanlar şeklinde deri üzerine çıkar. Kandaki fazla yağın sivilce ve çıbanlar şeklinde vücuttan atılması en zararsız yoldur. Bundan daha kötüsü, kandaki fazla yağın damarların duvarlarına yapışarak, kireçle kaplanmasıdır. Böylece çimentolaşan damar çeperleri sertleşir, kalınlaşır. Neticede, damarlar daralarak, kan akımı yavaşlar, kan koyulaşır ve mecburen tansiyon yükselir. Kan, daralan damarlardan organlara yeterli miktarda ulaşamaz hale gelir; organlar oksijenden ve zaruri besinlerden mahrum kalarak zayıflar. Damarın tıkandığı yerde damar patlaması veya nekroz yani doku ölümü oluşur. Nekrozun meydana geldiği bölgede ise yara, kanama, ittihaplanma ve sertleşme olur. Yüksek kolesterolden kurtulmak için, kolesterolü ilaçla düşürmek yerine, beslenmeyi düzeltmek, zeytinyağı ve sarımsaklı ilaç içmek ve karaciğeri temizlemek gerekir.
Kaynak: Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Sinamekinin özellikleri ve kullanım şekilleri - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Sinamekinin özellikleri ve kullanım şekilleri:
Cildi, saçları, gözleri parlatır, kanı temizler, mideyi ve kalbi kuvvetlendirir, karaciğerdeki tıkanıklığı açar, bağırsakları çalıştırır, idrarı artırır, ateşi düşürür, kireçlenmeyi önler. Temel özelliği kalbi güçlendirmek olan sinameki, hekimler tarafından "muhteşem ilaç" olarak isimlendirilmiştir. Sinamekiyi çay olarak değil, yapraklarını öğütüp yutarak veya karışımlar halinde kullanmak gerekir. Mesela:
30 gram sinameki + 15 gram kekik öğütülür 15 gram nane ile karıştırılarak, akşam yemeği üzerine yarım veya 1 çay kaşığı serpilir veya yemekten sonra su ile yutulur.
Eşit miktarlarda sinameki, kişniş, kekik öğütülür ve akşam yemeği üzerine serpilir.
Öğütülmüş sinameki balla karıştırılır ve yemekten sonra yarım veya 1 çay kaşığı yutulur.
1 çorba kaşığı öğütülmüş kimyon + 2 çorba kaşığı öğütülmüş çemen + 1 çorba kaşığı öğütülmüş sinameki + 3-4 limon suyu + 150-200 gram zeytinyağı + 3 baş dövülmüş sarımsak iyice karıştırılır. Yemekle birlikte veya ekmek üzerine sürerek, günde 1 çorba kaşığı yemek bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar.
Yarım çay kaşığı öğütülmüş sinameki yemekten sonra suyla yutulur veya aynı miktar sinameki yaprağı çiğneyerek yutulur. Sinameki çayı da ara sıra kullanılabilir. Sinamekiyi sık kullanmak zorunda kalanlar onun çayını değil, öğütülmüş karışımlarını kullansalar daha iyi olur. Miktarın ayarı kişinin bünyesine göre yapılır. Sinameki veya karışımlarından biri sancı yaparsa veya bağırsakları şiddetli çalıştırırsa dozunu azaltmak gerekir. Zaman zaman ara vererek ömür boyu kullanmak mümkündür. Enes bin Malik'ten (radıyallahü anh) nakledilen bir Hadis-i Şerif'te "Bu üç şey her şeye şifadır: sinameki, kimyon, çörekotu" buyrulmuştur. Sinameki müshil olarak kullanılacaksa yemekle birlikte veya yemekten sonra, genel tedavi için kullanılacaksa yemekten önce alınmalıdır.
Kaynak: Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
11 Ekim 2019 Cuma
Böbrek temizliği Mesane temizliği Dr Aidin Salih
Böbrek ve Mesane Temizlemesi: Ağrı kesici, ateş düşürücü, aspirin, kan sulandırıcı ve diğer tıbbi ilaçlar, doğal olmayan yiyecekler, fazla süt ve süt ürünü (özellikle kan grubu 0 ve A olanlar için), taze mayalı ekmek, beklemiş ıspanak yemeği, domates salçalı yemekler, yemekten sonra yenen meyve; durgun su, siyah çay, kahve ve hazır içecekler; dar pantolon ve dar ayakkabı böbrek ve mesanede taş oluşmasına zemin hazırlar.
Sindirimin bozulması ve diyabet gibi metabolizma bozuklukları; böbrek hastalıkları, tümör sebebiyle karaciğer, dalak, rahim, yumurtalık ve bağırsakların büyüyerek böbrekleri sıkıştırması; yaradılıştan veya anne sütü yerine başka besinler alınması sebebiyle böbrek yapısındaki farklılık ve kronik kabızlık da taş oluşmasına yol açabilir.
Böbrek ve mesanenin temizlenmesinde amaç, taşları parçalayarak, kireci eriterek dışarı atmak, böbrekleri kuvvetlendirmek ve bu şekilde karaciğer temizlemesini tamamlamaktır.
Taş ve kireç çözerek idrarla atmayı sağlayan ilaçlar;
Böğürtlen kökü, defne kökü kabuğu, defne meyvesi, maydanoz tohumu, turp tohumu (özellikle kara turp tohumu), turp yaprağı suyu, pelinotu, tarçın, enginar suyu ve kökü, havuç tohumu, kekik, kimyon, anason, misvak.
Taş oluşumunu önleyen, idrar artıran ve çözülen kalıntıları idrarla atmayı sağlayan ilaçlar;
Temiz su, havuç suyu, kırmızı pancar suyu, ıspanak suyu, maydanoz suyu, kereviz ve yaprağının suyu, limon suyu, greyfurt suyu, karpuz, karpuz çekirdeği, karpuz kabuğu, ısırganotu, kavun çekirdeği.
Pişmiş ıspanak ve durgun suyun taş yapması, fakat çiğ ıspanağın ve temiz canlı suyun taş eritmesi dikkat çekicidir. Çiğ domates ve ıspanakta bulunan canlı oksalasit, aktif kireç eriticilerden biridir. Ancak domates ve ıspanak pişirildiğinde, doğal yapısını kaybeden oksalasit, tam tersine, taş yapıcı olur. Durgun su için, Su bölümüne bakınız.
Hazırlık;
3 çorba kaşığı çörekotu öğütülerek 200 gram bal ve 3 baş sarımsak ile karıştırılır. Günde 3 defa 1'er çorba kaşığı alınır. Sonra her defasında kabuğuyla beraber 1 limon yenir veya 1-3 limon suyu + 150 200 gram su karışımı ya da greyfurt suyu içilir. Veya 100 gram limon suyu + 100 gram zeytinyağı + 3 baş dövülmüş sarımsak + 50 gram taze sıkılmış maydonoz suyu karışımından sabah akşam 50'şer gram içilir. Buna 3-5 gün devam edilir. Tercih edilen karışımla birlikte hergün arpa suyu hazırlanarak içilir: 200 gram kabuklu arpa 2 litre suda 3 4 saat bekletilir, sonra aynı suda 1,5 saat kısık ateşte kaynatılıp süzülür. Arpa suyu bal ile tatlandırılıp gün boyu bitene kadar içilir. Arpa yerine aynı şekilde kabuklu yulaf da kullanılabilir. Günde 1 defa salata yenebilir. Hekimin önerisiyle yapılan böbrek temizlemesinde yalnız aşağıdaki son 3 gün uygulanır. Böbrek ve mesane temizliğinde aşağıdaki 2 yöntemden biri uygulanır. Her iki yöntemde de 3 gün boyunca hergün günde 3 defa ılık kekik çayıyla birlikte aşağıdaki taş kırıcı karışımdan 1 'er çay kaşığı yutulur. Eşit miktarlarda defne meyvesi + yabani kekik + tane kimyon + gilaburu ağacı kabuğu + zencefil + tarçın öğütülür. Gilaburu kabuğu yerine anason da kullanılabilir.
1. Yöntem; Gün boyu dönüşümlü olarak aşağıdaki meyve-sebze suyu karışımı içilir:
Günde 4 defa 1 limon suyu + yarım bardak ılık su karışımı içilir. Taşların büyüklüğüne ve kan grubuna göre limon sayısı 10'a kadar çıkarılabilir. Eşit miktarlarda havuç suyu + kırmızı pancar suyu + salatalık suyu + su karıştırılır ve günde 4-7 bardak içilir. İlk olarak 1 bardak limon suyu karışımı içilir. Limon suyu karışımından sonra 1 saat, sebze suyu karışımından sonra ise 2 saat ara vermek gerekir.
Not: Limon suyu içemeyenler greyfurt suyu içebilir. Salatalık yerine maydanoz, kereviz yaprağı, hindibağ veya ısırganotu kullanılabilir.
2. Yöntem 200 gram kabuklu arpa veya yulaf 2 litre su ile 2-4 saat ıslatılır; sonra kısık ateşte 1,5 2 saat kaynatılır, süzülerek günde 8 10 bardak içilir. (Günde 2 defa arpa suyu hazırlanır.) Bununla birlikte kekik demleyerek veya arpa samanını 20 30 dakika kaynatarak banyo suyuna katmak taş düşürmeye yardımcı olur, sancıyı hafifletir. ("Kas ve Kemik Hastalıkları" bölümüne bakınız.)
Çok kuvvetli ilaçlar; Bu yöntemlerle eritilemeyen büyük ve eski taşları eritmek için, bu kuvvetli ilaçları kullanmak gerekir:
Kuluçkadaki civciv yumurtadan yeni çıktığında yumurta kabukları yıkamadan kurutulur, ince dövülür ve sabah akşam 1 'er çay kaşığı suyla yutulur. Veya
15 gram karanfil + 30 gram karpuz çekirdeği + 30 gram nohut (en iyisi kara hint nohutu) fırında yakılarak elde edilen kül iyice ezilip karıştırılır ve sabah akşam birer kahve kaşığı yutulur. Arkasından 150 gram yabani semizotu suyu + 30 gram kereviz yaprağı suyu + 50 gram su karışımı veya yukarıda verilen sebze suyu karışımı içilir. Ayrıca 100 gram kara turp suyu gün boyu yudumlanır. Üç gün hiçbir şey yenmez.
Kaynak: Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Hazımsızlığa ne iyi gelir önerier - Dr Aidin Salih
Hazımsızlık Hiçbir şekilde hazmedilemeyen sentetik besinlerden, karışık ve tıkabasa yemekten, yemek üzerine yenen meyve veya tatlıdan ve saat 21 den (sindirim durduktan) sonra alınan herhangi bir besinden sonra midede ağırlık, bulantı, gaz, geğirme, yanma veya ekşime olur. Bunların herbiri hazımsızlık belirtisidir. Midede başlayan hazımsızlık bağırsaklarda, sonra ikinci sindirimde yani karaciğerde, sonra üçüncü sindirimde yani kanda, daha sonra dördüncü sindirimde yani hücrelerde devam eder. Hazımsızlığın ulaştığı seviyeye göre farklı hastalıklar ortaya çıkar. Örneğin mide reflüsü birinci sindirim, hepatit ikinci sindirim, diyabet üçüncü sindirim, kanser dördüncü sindirimin bozulmasıyla bağlantılıdır. Görüldüğü gibi hazımsızlık her hastalığın başı olduğu için bütün hastalıkların tedavisi sindirimi düzelterek başlamalıdır. Beslenme hataları düzeltilmeli, iyi çiğnemeye alışmalıdır. (Hastalıkların Sebepleri, bölümüne bakınız.) Yemekte ve sonrasında su içme alışkanlığı terk edilmelidir. (Su, bölümüne bakınız.) Kırmızı eti ve suni yağları hazmedemeyen kan grubu A, midesi yağlara karşı hassas olan kan grubu AB, süt ve buğday ürünlerini hazmedemeyen kan grubu 0 hazımsızlığa çok yatkındır. Kan grubu B olanların sindirimi çok güçlüdür, tavuk eti hariç hemen hemen bütün besinleri rahat hazmedebilir. Ancak onlardan çok iştahlı olan, kısa aralarla ve geç saatte yemek yiyen ve yemekten sonra meyve yiyenler de hazımsızlık çeker. (Temel Besinler, bölümüne bakınız.) Devamlı hazımsızlık H, Pylori enfeksiyonuna, midede iltihaplanma (gastrit), reflü, fıtık ve ülsere neden olur ve sindirim daha da zorlaşır, sindirim zorlaştıkça metabolizma atıkları çoğalır. Karaciğer kronik hazımsızlık sonucu oluşan atık maddelerin bir kısmını parçalayarak kan yoluyla dışarı atar, bir kısmını kendi dokularında depolar, bir kısmını böbreklere, bir kısmını da çamur olarak safra kesesine gönderir. Safra kesesi, sürekli gelmekte olan çamurdan taş oluşturmaya mecbur kalır. Karaciğerde depolanan atık madde miktarı arttıkça, görevi karaciğerdeki atıkları temizlemek olan parazit, mikrop ve virüsler karaciğerde yuvalanmaya başlar. Bu süreç hepatit veya her tür ağır hastalığa kadar uzayabilir.
Öneriler: Başlangıçta haftada 2 defa, sonra haftada bir, sonra 2 haftada bir olmak üzere niyet ederek hep aynı gün ve saatte kusulur.
Hazımsızlık derecesine göre 1-2 hafta boyunca şu beslenme şekli uygulanır:
Her sabah taze sıkılmış zencefil suyu ilk günler küçük yudumlarla, alışınca büyük yudumlarla 1 çorba kaşığı içilir.
Zencefil sebebiyle oluşan mide yanması geçince 1-3 limon suyu + 1 bardak su karışımı ya da 300 gram greyfurt suyu içilir.
Acıkınca 1 çorba kaşığı keten tohumu bir saat sıcak suda bekletilir ve taneleriyle birlikte içilir.
Bal ile olabilir. Gün boyu acıktıkça mevsime göre aşağıdaki sebze suyu karışımlarından biri veya birkaçı (3-4 defa) içilir:
50 gram soğan suyu + 100 gram taze sıkılmış ısırgan suyu + 100 gram su.
150 gram havuç suyu + 1 çorba kaşığı maydonoz suyu + 1 çorba kaşığı kereviz yaprağı suyu + 50 gram su.
100 gram havuç suyu + 100 gram elma suyu + 50 gram su.
150 gram ıspanak suyu + 50 gram kırmızı pancar suyu + 1 çorba kaşığı maydanoz suyu + 1 çorba kaşığı kereviz yaprağı suyu +50 gram su.
200 gram semizotu suyu + 1 çorba kaşığı maydanoz suyu + 50 gram su.
Sebze suyu karışımları arasında 1-2 defa 1 tatlı kaşığı mayıs papatyası, civanperçemi, biberiye, mercanköşk veya kekik kıyılarak bir bardak kaynar suda 15 dakika demlenip süzülerek içilir.
İkindi-akşam arası 30-50 gram sarımsaklı zeytinyağ + 30-50 gram limon suyu karışımı içilir. ilaçlar, bölümüne bakınız. Yatmadan önce 1-3 çorba kaşığı çimlenmiş buğday yıkanır ve yenir. Bal ile olabilir (Arpa, bölümüne bakınız). Çimlenmiş buğdaya 40 gün devam edilir. Bu 1-2 hafta boyunca başka bir şey yenmez. Bu süreç bittikten sonra karaciğer temizlemesi yapılır. Karaciğer Temizlemesi, 3. gün bölümüne bakınız.
Kronik ve inatçı hazımsızlık için: 7-9 saat sirke içinde bekletilen tane kimyon süzülerek kurutulur. Sonra kavrulur ve aynı miktarda fülfül, beyaz biber, karabiber ve zencefil ile öğütülür, 1 çay kaşığı yutulur. 2 hafta sonra yemek yemeye başlayınca yemekten önce veya sonra yarım çay kaşığı yutulur. Mideyi kuvvetlendirir, sindirimi kolaylaştırır, mide ve bağırsak gazını giderir.
Ve Her akşam taze öğüterek keten tohumu kullanılır. Kronik kolitte ise öğütmeden kullanmak gerekir.
Sülük Tedavisi - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Sülük Terapisi: Nehir, göl ve ırmaklarda yaşayan, Allah tarafından insan ve hayvanların toplar damarlarını temizlemekle görevlendirilen sülükler, eski çağlardan beri tedavi için kullanılır. İnsanları ve hayvanları tutan sülükler yaklaşık 105 enzim ve bioaktif madde salgılar. Bu aktif maddelerin etkisiyle damarlardaki tıkanıklık ve dokulardaki birikintiler erir, kan sulanır, kan dolaşımı düzelir, kan basıncı normale döner, zararlı mikroorganizmaların üremesi ve iltihaplanma durur, ağrılar azalır, bağışıklık sistemi uyarılır. Bu maddelerin psikolojiyi ve enerji dengesizliğini düzeltmede de büyük etkisi vardır. Bu sebeple eskiden beri sülükler nazar ve büyü tedavisinde de kullanılır. Sülükler 3-6 ayda bir defa beslenirler. Emdikleri kanı, içindeki mikroplarla birlikte tamamen hazmederler. Onun için hastalık bulaştırma riski yoktur. Geçmeyen yara, egzama, uyuz, sedef, vitiligo, mantar, yılancık gibi her türlü cilt hastalığında, ameliyat sonrası yara izi, çürük, morluk ve çillerde sülük kullanılabilir. Damar tıkanıklığı ve dolaşım bozukluğundan kaynaklanan varis ve basur gibi rahatsızlıklar; tiroid, hipofiz, yumurtalık, testis, prostat; rahim, kalp, karaciğer, dalak, akciğer, göz ve kulak hastalıkları; MS, alzheimer, parkinson; fıtık, ateşli şişlikler, çıban, kangren gibi hastalıkların tedavisinde kullanılır. Yüz, kafa, boyun, sırt, bel, makat, rahim ağzı, kuyruk sokumu gibi her bölgeye uygulanabilir. Sülükler düştükten sonra sülüklerin tuttuğu her noktaya mümkünse birkaç defa kupa kapatılıp iyice vakumlanır.
Uygulama Bölgeleri:
Göz travması sonrası göz tansiyonu; göz damarlarında kanama, gözyaşı kanalında tıkanma, arpacık, katarakt başlangıcı için göze yakın bölgelere, örneğin şakaklara, iki taraftan gözün yanlarına, alt veya üst göz kapağına, çene altına.
Beyinde damar tıkanıklığı ve dolaşım bozukluğu; Sara, MS, Alzheimer, Parkinson ve dişeti hastalıkları için dişetleri, burun delikleri, kafa arkası, kafanın iki yanı, kulaklar arkası, ense çukuru altı ve çene altına.
Sara hastalığı; ağız ve dil yaraları için ağız içi, dil altı, dil, dişetleri, burun delikleri, kulak içi ve kulak arkasına.
Rahim, yumurtalık; testis ve prostat hastalıklarında dişetlerine, bel-kuyruk sokumu, kasıklar, makat, makat-cinsel organ arası, erbezleri ve rahim ağzına; Karaciğer ve dalak hastalıklarında kürek kemikleri arası, kürek kemikleri altı, memelerin altı, makat, dizler ve ayaklara;
Bel ve boyun fıtığında, fıtık yerine.
Tiroid bezi hastalıklarında; tiroid üzerine sülük konur. Sülükler düştükten sonra sülüklerin tuttuğu her noktaya birkaç defa kupa kapatılıp iyice vakumlanır, nodül varsa, çıkarmaya çalışılır.
Uyarı: Nadir de olsa nodüllü guatıra sülük konduğunda arteriyel kanama görülebilir. (Kan, nabız atışı gibi dalgalanarak fışkırabilir) Kanama küçük arteriolden kaynaklanır. Bu kanamanın da tehlikesi yoktur ancak aşağıda anlatıldığı şekilde kanamayı durdurmak gerekir. Sülük kullanımı için en iyi zaman ilkbahar, sonra sonbahardır. Sülükler siyaha yakın, kahverengi, toprak rengi, ince, küçük başlı ve fare kuyruğu gibi olmalıdır. Bu sülükler suyu temiz, yeşil yosunla kaplı ve kurbağası bol göllerde bulunur. Kurbağa yaşamayan kokuşmuş sularda ya da hızlı akan suda yaşayan yeşil, mavi, siyah, kıllı, büyük başlı, karnı kırmızı ve sırtı yeşil sülükleri kullanmak doğru değildir. Yara, ödem ve aşırı kanamaya sebep olabilir. Kendisi toplayıp sülük kullanmak isteyen, kuyruğundan başaşağı tutup kusturmalı, sonra yıkamalı, yarısına kadar su doldurulan kavanozda 2-3 gün bekletmelidir. Sülük uygulanacak bölge ılık su ile yıkanıp, kuru lif ile masaj yapıldık
tan sonra sülükler yerleştirilir. Sülükler, en önemli akupunktur noktalarını bulur, enzimleriyle eriyen birikintiyi ve en kirli kanı emer; doyduktan sonra düşerler. Uzun süre düşmeyen sülükler üzerine biraz su, tuz veya karbonat serpilebilir. Sülükler düştükten sonra, kanamayı devam ettirerek daha çok atık madde çıkartmak ve yarayı temizlemek amacıyla noktalar üzerine kupa kapatılabilir. Sümüksü pıhtı, gaz veya tıkanıklık çok ise, 3-4 defa kupa kapatmak gerekir. Sızıntı şeklindeyse, 10-12 saat kanamayı durdurmamak gerekir. Çünkü yalnızca kirli kan dışarı atılır, vücutta temiz kanı dışarı atacak bir mekanizma yoktur. Kanamanın olduğu bölge, kuru temiz bir bezle kapatılır. Gerekirse, ceviz kabuğu külü veya kuru nar kabuğu tozu basarak kanama durdurulur. Büyük hekimlere göre, esneme, mide bulantısı ve bayılma hissi gelene kadar beklemek daha iyidir. Bu belirtiler kan hacminin %20'den fazlası kaybedilince görülür. Kan hacminin % 30'dan fazlası kaybedilince tehlike oluşabilir (tahminen 1,5 litre). Ancak bağışıklık sisteminin devreye girmesiyle, bu noktaya gelmeden, hasta doğal olarak bayılır. Bayılmayla birlikte kalp atışları yavaşlar, tansiyon düşer, kanama otomatik olarak durur. Bugüne kadar sülük tedavisinde, kanama sebebiyle bayılan kimseye rastlanmamıştır. Sülük sayısı, seansların sıklığı ve kanamanın durdurulup durdurulmayacağı hastanın kan durumuna göre ayarlanır. Kullanılan sülükleri temiz bir dereye veya göle bırakmalı, bekletmek gerekirse hergün veya iki günde bir sularını değiştirmelidir.
Uyarı: Kan sulandırıcı kullananlar sülük tedavisinden 7 gün önce ilacı bırakmalıdır. • Kiraz, vişne ve limon kan sulandırdığı için 2-3 gün öncesinden itibaren yememek gerekir. Ağrı kesici, ateş düşürücü, aspirin ve antibiyotik kullananların kan üretimi baskılanmış olabilir. Bu tür hastalar sülük terapisini kan sayımı ile yapmalı; 3 sülükle başlamalı; iki seans arası 3 haftadan daha sık olmamalı; sülükler düştükten sonra kanamayı durdurmalıdır. • Adet gören kadına, organ nakli yapılanlara, diyaliz ve hemofili hastalarına sülük konmaz. • Sülük terapisi aç karna ve abdestli olarak yapılır.
10 Ekim 2019 Perşembe
Sarımsağın faydaları sarımsak kürleri - Dr Aidin Salih
Sarımsak: Kanı temizler, akciğer, karaciğer, safra kesesi ve kalbi kuvvetlendirir. iltihabı kurutur ve bütün hastalıkları yok eder. Atar damarlardaki kireçlenme, daralma ve tıkanıklığı gidermek için sarımsaktan daha iyi ilaç yoktur. Kurtları döker, tüberküloz bakterisi dahil zararlı mikropları, virüsleri ve parazitleri öldürür, tansiyonu ve ateşi düşürür, kanı sulandırır, iştahı açar. Ateşli şişlikleri indirir, iltihaplı yarayı açarak iltihabın akmasına yardım eder. Yaradaki akıntıyı temizleyip yarayı kapatır; kanı kolesterolden arındırır; yüz rengini güzelleştirir; salgı bezlerinin normal çalışmasını sağlar. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirir, genetik mutasyonlara karşı direnci arttırır. İçme suyunu değiştirmeye mecbur kalan insan, sarımsak yemelidir. Bu şekilde yeni suya alışma sürecini kısaltmış ve kolaylaştırmış olur.
Hızlı çöküntülerden kendini korumak isteyen yaşlılar her gün sarımsak yutmalı veya 3 diş sarımsak ezip bal şurubu ile içmelidir.
Bir baş sarımsak + 10 tane taze yeşil zeytin + 1 tane orta boy havuç, 500 gram su ile pişirildikten sonra ezilip süzülür. Bu su, âdet kanamasını söker; doğumdan sonra eşin atılmasını sağlar, karında su toplanmasına çok iyi gelir. Çiğ sarımsak yemek krampları yok eder, gazı giderir, âdet kanamasını uyarır ve doğum sonrası eşin kolay atılmasını sağlar. Pişmiş sarımsak yemek, sesi ve boğazı temizler, öksürüğü yumuşatır ve artırır, göğüs ağrılarını dindirir. Bir baş sarımsağı iyice dövüp 500 gram bal şurubu ile karıştırarak lavman yapmak yapışkan balgamı ve safrayı söktürür; siyatik ağrılarını hafifletir; kurtları düşürür. İyice dövülmüş sarımsak ateşli şişliklere (çıbanlara, romatizmalı eklemlere, emziren kadının göğsüne) sarılır, hastanın dayanabildiği sürece bekletilir. Deriyi delerek iltihabı dışarı akıtır. Sarımsak rendeleyerek yara ve mantar üzerine sarmak iyileşmeyi sağlar, kafa derisine sürmek, saç dökülmesini önler ve durdurur, bitleri öldürür. UYARI: Cilt üzerine konulan sarımsak dikkatli takip edilmelidir. 10-15 dakikadan fazla bekletildiğinde yanık olabilir. Bu durumda yanık üzerine patates veya havuç rendeleyerek koymak gerekir. Burna sarımsak suyu damlatmak nezleyi giderir. Kulağa damlatmak, delinen kulak zarını iyileştirir, birleştirir. Günde 3-7 diş sarımsak yutmak, bağırsakların sağlığı ve çalışması açısından çok faydalıdır. Bir baş sarımsağı kabuklarını soymadan buharda veya pilav içinde pişirerek yemek kurt dökmeye yardımcı olur.
Ağır enfeksiyon hastalıklarında (verem, aids vs.) her sabah 3 baş sarımsak dövüp ballı su ile karıştırarak içmek gerekir. Bir baş sarımsak dövülür, bir tatlı kaşığı öğütülmüş çemen otu ve bal ile iyice karıştırılıp macun hâline getirilir ve her akşam ağrıyan eklemlere sürülür. Üzerine yağlı kağıt konarak bantlanır ve sabaha kadar bekletilir. Böbrek ve safra kesesi taşlarını eritmek için 100 gram limon suyu + 100 gram zeytinyağı + 3 baş ezilmiş sarımsak + 50 gram maydanoz yaprağı suyu karıştırılır ve her akşam bu karışımdan 50 gram içilir. Sarımsaklı zeytinyağı Bir cam kap içinde 200 gram zeytinyağı ile 1 baş dövülmüş sarımsak karıştırılır, kapağı kapatılır ve buzdolabına konur. 24 saat sonra süzülür ve günde 30-50 gram sarımsaklı zeytinyağı aynı miktarda limon suyu ile karıştırılarak içilir. Mideyi, bağırsakları ve karaciğeri temizler. Yemek ve salata üzerine de kullanılabilir. Uykusuzluğa karşı 24 tane limonun suyu + 350 gram dövülmüş sarımsak, bir cam kap içinde, üzeri 3 kat bezle kapatılarak, oda sıcaklığında 1 hafta bekletilir. Sonra süzülüp buzdolabına konur, karışım bitene kadar sabah akşam 1'er yemek kaşığı içilir. Karışım mükemmel bir damar açıcı ve temizleyicidir. (Limon suyu yerine doğal sirke de kullanılabilir. "Sirke" bölümüne bakınız.) Hadis-i Şerif'te: "Sarımsak yiyin, onunla tedavi olun, zira o yetmiş derde devadır. Eğer bana melek gelmemiş olsaydı, ben de onu muhakkak yerdim" buyrulmuştur. Uyarı: Sarımsağın fazlası baş ağrısı yapar, gözlere zararlıdır.
Mide ve Bağırsaklarda Gaz Doğal Tedavi Yöntemi - Aidin Salih
İyi çiğnemeden, karışık, birbirine ve mizaca uymayan, sindirim tamamlanmadan yenen ikinci bir yemek ve yemek üzerine yenen meyve midede çürüyerek veya mayalanarak gaz ve asit oluşturur. Basit vakalarda hazımsızlığı ve gazı önlemek için, öğünler arası en az 6-8 saat olmalıdır. Sabah aç karnına su, sebze-meyve suyu içmek, gaz yapmayan meyve, sebze ve yemek tüketmek, mizaca uygun olmayan yiyecekleri terketmek gerekir.
Gazı ve büyük abdesti uzun süre tutmak kabızlığa ve erken yaşlanmaya sebep olur. Rahat gaz çıkartabilmek ve büyük abdesti sağlıklı atmak için en iyi pozisyon çömelerek oturmaktır. Çömelerek oturmak özellikle kolay doğum yapmak açısından çok önemlidir. Eskiden kadınlar bütün işlerini çömelerek yapar, doğumları da problemsiz geçerdi.
Dondurulmuş meyvelerde oluşan kimyasal değişim bağırsaklarda aşırı gaza neden olur. Doğal kurutulmuş meyve, buzdolabında saklanan meyveden daha sağlıklıdır.
Gazı önleyen ve gaz çıkaran güçlü ilaçlar.
Kimyon, anason, rezene, dereotu tohumu, kakule, kekik ve zencefil öğütülerek, tek tek veya birlikte yemek üzerine serpilir veya çay olarak kullanılır.
2 hafta boyunca her sabah 5 gram öğütülmüş üzerlik tohumu yutmak gazı önler.
30 gram havlıcan ve 30 gram zencefil ince kesilir, 10 gram karanfil eklenir, bir litre suda 10 saat bekledikten sonra 5 dakika kısık ateşte kaynatılır, soğuduktan sonra süzülür. Günde 2-3 defa aç karnına 30-50 gram su ve bal ile içilebilir. 2 hafta devam edilir.
Ancak, mizaca uymayan, karışık, hazır ve katkılı yemek tüketen, yemekten sonra meyve yiyen ve öğünlerin arasını kısa tutanlar asla gazdan kurtulamaz.
Tıbbi İlaçların Zararları - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Amerika'da her yıl yaklaşık 250.000 kişi tıbbi hatalar yüzünden ölmektedir. Bunlardan 127 bini hastahanede, yanlış ilaç verildiğinden veya ilaçların yan tesirleri yüzünden ölmektedir. İlaçların yan tesirleri yüzünden hastane dışında ölenlere ait ise istatistik yoktur. Ancak onların sayısı mutlaka daha yüksektir. İlaçların yan tesirleri yüzünden hastalananlarla ilgili de hiçbir istatistik yoktur. Ancak tecrübeler gösteriyor ki, ilaçlar bütün hastalıkların temelinde yer almaktadır. Tıp literatürüne bakıldığında, ilaçların tahrip edici etkisiyle ilgili şu sonuçlara ulaşılır: Bazı ilaçlar kullanıldıkları dönemde, bazıları kullanımından haftalar, aylar, hatta yıllar sonra, bazıları ise doza bağımlı olarak yan etki gösterir. Birçok ilaç, kemik iliği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda kemik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere; karaciğer toksisitesine ve karaciğer yetmezliğine; böbrek yetmezliğine, kısırlığa ve başka birçok hastalığa neden olabilir. Hormonal sistemde dengesizliğe, DNA'da değişimlere, bağışıklık sisteminin felcine yol açabilir.Bazı ilaçlardaki (örneğin kemoterapi ilaçları) yan etkiler genel olarak tüm hücreleri etkisi altına alır ve sonuç olarak bazı dokuları ya da bütün dokuları tahrip eder. Bazı durumlarda ise ilaçların yan etkileri seçici davranabilir. Örneğin, bazı ilaçlar kemik iliği hücrelerinde DNA ve RNA sentezini engelleyerek kan üretiminin azalmasına veya anormal hücre üretimine, bunun sonucunda lösemi ve anemilere sebep olur (kloramfenikol, oksasilin, isoniasid, sefalotin, fenindion, fenitoin, fenilbutazon gibi). Alyuvarların parçalanmasına (hemolize) sebep olan kırktan fazla ilaç vardır: Aspirin, sulfonamidler, sulfonlar, klorokin, dimerkaprol, kloramfenikol gibi. Bu da bazen geçici, bazen de ömürboyu kalıcı anemi oluşturabilmektedir. Trombosit ve trombosit üretimi bozukluğunda pek çok tıbbi ilaç sorumlu tutulmaktadır. Aspirin, kolşisin, antiromatizmal ilaçlar, psikiyatri ilaçları, valproik asid, furosemid, kalp ilaçları, anestezikler, antibiyotikler, bazı öksürük şurupları (gayokolat gibi), bazı allerji ilaçları bu gruptadır. İlaçların sebep olduğu damar romatizmasında (vaskulit, damar kireçlenmesi) cilt yüzeyinde ince kanamalar, morarmalar, kangren oluşumuna kadar değişen bulgular görülebilir. Damar romatizması aspirin, allopurinol, klorotiazid, digoksin, furosemid, indometazin, iyot, izoniasid, metildopa, piperazin, rezerpin, sulfonamidler, warfarin gibi ve daha bir çok ilacın kullanımı sırasında açığa çıkmaktadır. Mikroorganizmaların çoğalmasını baskılayan antibiotikterin ve sulfanilamidlerin yan etkisi, bağırsak ·mikroflorasının yok edilmesi ve vitamin dengesinin bozulmasıyla ortaya çıkar. Antibiyotikterin işitme duyusunu olumsuz etkilemesi, parasetamolun karaciğeri tahrip etmesi, aspirinin kan üretimini bozması vs.. gibi burada da yan etkiler seçici davranmıştır. İlaçların kendi yan etkileri dışında bu yan etkileri güçlendiren bazı faktörler de bulunmaktadır. Örneğin: vücutta toksik maddelerin birikimi (ağır metaller, insektisit, herbisit, kimyasal gübreler vs), gıdalardaki katkı maddelerinin bolluğu ve yoğun ilaç tüketimi. İlaçların en belirgin yan etkilerinden biri de bu ilaçlara karşı oluşan fiziksel ve ruhsal bağımlılıktır. Fiziksel bağımlılık, o ilacın sürekli kullanım gereksinimi ile kendisini gösterir (Örneğin kortizon, insülin ve benzeri ilaçlar). İlaç kullanılmadığında ortaya psikolojik dengesizlikler, baş dönmesi, baş ağrıları, bel ve bacaklardan, tansiyon ve kan şekerinin yükselmesi gibi rahatsızlıklar ortaya çıkar. Psikolojik bağımlılık ise kendisini ruhsal rahatsızlık olarak gösterir (örneğin: sigara, alkol, kokain). Morfin, kodein, antidepresan, uyarıcı, uyku ilacı, fenilalanin vs gibi ilaçlar fiziksel olduğu kadar ruhsal bağımlılığa da neden olur. İlaçlara bağımlılık organlarda ve dokularda tahribata neden olduğu gibi genetik yapıyı da bozar. (En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri, Aspartam" bölümüne bakınız) Ancak ilaçların, mutajenik, embriyotoksik (embriyonun etkilenmesi) ve fetotoksik (ceninin etkilenmesi) olması en tehlikeli özelliklerinden biridir. Hamilelik esnasında küçük dozda veya birkaç yıl evvel dahi kullanılan birçok ilaç, direk olarak embriyoyu yada cenini etkileyebileceği ve mutasyona uğratabileceği gibi düşüğe de sebep olabilir. Eğer ilacın mutajen etkisi embriyonun fiziksel gelişiminde mutasyonlara neden oluyorsa (örneğin yarık dudak, uzuvların gelişmemesi, üreme organlarının gelişiminde bozukluk vs.) bu yan etkiye teratojen etki denir. Yapılan araştırmalarda varfarin, etanol, kortekosteroid (kortizon, östrojen, androjen vs) preparatları, nitrofuran, vitaminler, kemoterapi ilaçları, epilepsi ilaçları, hormonal ilaçlar vs gibi ilaçların teratojen etkiye neden olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca yapılan araştırmalar, günümüzde modern tıpta kullanılan bir çok ilaçtaki teratojen etkinin hücre bölünme prosesini bozduğunu, fermentlerin aktifliğini, protein ve nükleasitlerin sentezini etkilediğini ortaya koymuştur. Bu sebeple hamilelikte ilaç kullanımı mutlaka durdurulmalıdır. İlaçların zararları cilder dolusu kitap konusudur. Aşağıda en sık kullanılan "Rekombinant" ,ilaçlardan biri olan Kortizon örnek olarak verilmiştir. Kortizon, böbreküstü bezinin kabuk kısmından salgılanan, çok önemli bir hormondur. Sentetik kortizon doğal kortizona göre 25-40 kat daha aktiftir ve bünyeden çok daha yavaş dışarı atılır. Güçlü aktiviteye sahip sentetik kortizon bu özelliğiyle doğal kortizonun tüm pozisyonlarını ele geçirir ve fiziksel bağımlılığa sebep olur. Alınan kortizon hızla kana karışır, hücrenin immün bariyerini aşarak çekirdeğe ulaşır ve DNA ile etkileşime girer. Bu ise hücrelerde protein ve ferment sentezini ele geçirerek baskılar yada stimüle eder. Kortizon aynı şekilde plasenta bariyerini de aşarak ceninin hücrelerine ulaşır ve ceninin dokularında meydana gelen tüm hücresel süreçlerin kontrolünü ele geçirir. Sentetik kortizon tüm alerjik hastalıklarda (romatizma, astım-bronşit, egzema) ve hemen hemen tüm cilt hastalıklarında kullanılan ilaçlardır; Anaflaktik şoku önlemede; nakledilen organ ve dokuların reddedilmesini engellemede; bağışıklık sistemi, böbrek, pankreas, akciğer ve karaciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır. Mide ülseri, tansiyon, kan üretiminin bozulması, damar tıkanıklığı, ödem, sivilce, şişmanlık, kıllanma, adet düzensizliği, erken menopoz, kemik erimesi, kas zayıflığı, deri ve kaslarda atrofi, steroid diyabet, diyabetin ilerlemesi, pankreatit, karaciğer ve böbrek yetmezliği, epileptiform kasılmaları ve diğer nörolojik bozukluklar, eyfori, psikoz ve pek çok psikolojik bozukluklar kortizon kullanımıyla oluşur. Kortizon, bağırsaklarda kalsiyum emilimini azaltır, kemiklerde kalsiyum kaybına ve kalsiyumun böbreklerle dışarı atılmasına sebep olur. Bunun sonucunda özellikle omuz, kalça ve diz eklemlerinde osteoporoz ve kemik nekrozu gelişir. Kortizonun en tehlikeli özelliklerinden biri bağışıklık sistemini baskılama açısından aktif olmasıdır. Tek doz kortizon uygulandığında bile bağışıklık sisteminin baskılandığı gözlemlenmiştir. Kortizonun 1-1.5 yıl süreyle kullanımı hipotalamus-hipofiz-böbreküstü bezi sisteminin fonksiyonlarını baskılar. Bunun sonucunda böbrek üstü bezi kabuğunun fonksiyonu baskılanır veya atrofe olur son olarakta hormonların biosentezi de baskıtanır veya durur. Buna bağlı olarak çocuklarda boy uzaması durabilir.İlginç olan, sentetik kortizon kullanan herkeste saydığımız yan etkilerin hepsi ya da çoğu yıkıcı bir şekilde görülür. Bazı belirtiler hemen, bazıları bir süre sonra, bazıları ise bir kaç sene sonra ortaya çıkar. Buna rağmen kortizon kullanımı hiç bir şekilde sınırlandırılmadığı gibi kullanım alanı daha da genişletilmektedir. Antibiyotikler Örneğin Sultamisilin Yan etkileri: alerji (anafilaksi şoku dahil), ishal, kanlı ishal, bağırsaklarda yara, sersemlik, halsizlik, havale, dilde kıllanma, kan üretiminde bozulma, kanamalar, karaciğerde toksisite, cilt hastalıkları ve nefrittir. Ayrıca immün deffisite (bağışıklık yetmezliği) yol açar. Antibiyotikterin yan etkileri kullanıldığı dönemde veya kullanımından haftalar, aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bu kadar tehlikeli yan etkileri olan sultamisilin ufacık bebeklere bile verilmektedir. Salisilatlar: Ömeğin Aspirin Doğal aspirin söğüt ağacından üretilirdi. Ancak dünyada söğüt ağaçları giderek azalmakta, aspirin kullananların sayısı ise hızla artmaktadır. Dolayısıyla doğal aspirin yerine artık sentetik aspirin üretilmektedir. Doğal ile sentetik aspirinin farkı ölü ile canlı arasındaki fark gibidir. Sentetik aspirin, sindirim sistemi kanamaları, ülser, kulak çınlaması, baş dönmesi (vertigo), bilinç bulanıklığı, işitme kaybı, kan üretimi yetersizliği, demir düşüklüğü, pıhtılaşma süresinin uzaması, vaskülit (damar romatizması), deri içi kanamalar, kaşıntı, deri döküntüleri, dil ve dudaklarda şişme, astım ve anafilaktik şoka sebep olabilir. ("Alerji" bölümüne bakınız). Çok küçük dozda alınan bir salisilat bile bütün bu alerjik tepkilerin ortaya çıkması için yeterli olabilir. Ağır salisilat zehirlenmesinde solunumun hızlanması, vücudun asit-baz dengesinin bozulması ve böbrek yetmezliği gibi belirtiler gelişir. Türkiye'de bütün insanlar hergün en az bir aspirin almaya teşvik edilmekte, yan etkilerin birkaçı veya tamamı aspirin kullananlarda görülmektedir. Bir ülkede, özellikle romatizmal ağrılarda olmak üzere en etkili ağrı kesici, kan sulandırıcı ve ateş düşürücü olan limon ile en etkili antibiyotik olan sarımsak yetişiyorsa, aspirin ve antibiyotik kullanmanın hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Tıbbi ilaçların kullanılmasındaki amaç hastalığı yok etmek olabilir. Ancak tıp tarihi acımasızca göstermektedir ki, sentetik maddeleri vücuda almak ve bağışıklık sistemi, dolaşım sistemi, solunum sistemi ve hormonal sistem gibi sistemlerin işlevine bilinçsizce müdahale etmek akıllıca bir iş değildir. Organlarda, sistemlerde ve hücrelerde, her saniye meydana gelen, aklın alamayacağı kadar karmaşık, muhteşem ve sonsuz işlemi kontrol etmeye hiçbir insanın aklı ve gücü yetmez. Böyle bir müdahale gerekli de değildir çünkü bu işlemleri kontrol eden, hiç hata yapmayan, kusursuz karar veren ve insanın yaptığı hataları en az zararla bertaraf eden muazzam bir Bağışıklık Sistemi vardır.
Aromaların Zararları - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı Gerçek Tıp Kitabı
Koku duyusu hiçbir yardımcı iletim mekanizmasına ihtiyaç duymadan ve beyin tarafından kontrol edilmeden doğrudan görevli sisteme (limbik sistem) ulaşan tek duyudur. Limbik sistem, kalp atışları, kan basıncı, nefes alıp verme, hafıza, stres düzeyi ve hormon dengesinin kontrolüyle görevlidir. Kokular, duygusal hafıza, psikolojik ve fizyolojik hormonlar, üreme, büyüme ve tiroid hormonlarının üretimini uyarır. Doğal olarak insan, hayvan, bitki ve bütün canlılardan yayılan kokulu veya kokusuz maddeler üreme ve iletişimi yönlendirir. Feromon adı verilen bu latif maddeler (çoğu cinsel hormonlar), bir canlıdan salgılandıktan sonra aynı türden başka canlılarda davranış değişikliklerine yolaçar, üremeyi, haberleşmeyi, canlıların yaratılış gayelerine uygun olarak görev yapmalarını sağlar. Örneğin, bir dişi hayvanın, üreme zamanını erkek cinslerine bildirerek çağırması, bir arının, bulduğu çiçeklerin yerini kilometrelerce uzaktaki arılara bildirmesi, göç eden hayvanların toplanmayı birbirlerine haber vermesi feromonlar yoluyla gerçekleşir. Feromon ortamdaki diğer doğal kokular tarafından baskılanamayacak kadar güçlüdür. İnsan feromonları, üreme hormonlarının salınımı, eş seçimi, gebelik, annelik, ergenlik veya yaşlanma gibi fizyolojik süreçleri ve sosyal davranışları kontrol eder. Eşler arasındaki ruhi uyumu sağlar, birçok hormonun üretimini tetikleyerek, metabolizma ve gelişmeyi aktive eder ve yönlendirir. Feromonlar koltuk altı, kasıklar, meme başı çevresi, burun delikleri arasındaki deri, üst dudak ve kıl keseciklerinden salgılanır; salya, burun, idrar, dışkı, vajinal sıvı ve plasentada da bulunurlar. Feromonlar en aktif olarak, herhangi bir duygu (cinsel duygular gibi) doruğa çıktığında ve ölüm anında salınır. Kokulu kimyasalların üretiminden önce parfümler, çiçeklerin uçucu yağlarından, baharatlardan ve madenlerden elde edilirdi. Feromonların keşfinden sonra erkek domuzun ve boğanın derisinden, plasenta ve idrardan feromonlar izole edilerek parfüm güçlendirildi Bugün ise keşfedilen pek çok feromon türü artık, nanoteknoloji ve rekombinant-DNA yöntemiyle yapay olarak üretilmektedir. Kokuların insan ruhu, kimyası ve duyguları üzerindeki etkileri anlaşıldıkça tıbbi, ritüel ve dini amaçlarla kullanılmış, zamanla kullanım alanı genişlemiştir. Doğal yollarla elde edilen ve "esansiyel yağ" olarak adlandırılan kokulu yağlar korku, endişe, stres, depresyon gibi ruhsal sıkıntılar, baş ağrısı, adet öncesi huzursuzluk, cinsel soğukluk ve cilt problemleri gibi çok çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde ve doğumu kolaylaştırmada kullanılmaya devam etmektedir. Kokuların tedavi amacıyla kullanılması ve ciddi problemlere çözümler getirebilmesi, ne kadar etkili olduklarını göstermektedir. Çoğu insan kokuların yıllar önceki gibi çiçeklerden veya misk geyiğinden elde edildiğini, doğal ve masum olduğunu düşünmektedir. Fakat bugün parfümün içeriği % 95 oranında petrol ve kömür ürünü aromatik bileşikler, ftalatlar ve sentetik misktir. Kimyasal aromatik bileşikler yersiz coşku hali (öfori), halüsinasyon, baş dönmesi, depresyon, baş ağrısı, vertigo, kalpte ritm bozukluğu, hipertansiyon, ödemler, epilepsi benzeri kasılmalar, hareketlerde yavaşlama, donukluk, kulak çınlaması, görme bozukluğu, deri ve mukozalarda morluklara kan hücrelerini öldürme etkisiyle kansere sebep olur. Bu kimyasallar mutajen, toksik ve kanserojen psikotropik maddelerdir. Sentetik kokular, her çeşit koku ve tadı verebilen, "doğala özdeş" aromalar olarak süt ürünleri, et ürünleri, bal, kahve, nargile ve sigara tütünü, mantar, baharat, meyve ve sebzelerde; vücut bakım ürünleri, deterjanlar, yumuşatıcılar, hasta bakım ürünleri, oyuncaklar, aksesuarlar, nano kumaşlar, Kur'anı Kerim, tesbih, seccade üretiminde, tedavide, camilerde, hastanelerde, okullarda, alış-veriş merkezlerinde, araçlarda, kısacası her yerde yoğun kullanılmaktadır. Bu kokular doğal kokulardan 200-2000 kat daha kuvvetlidir. Doğal kokular kısa sürede etkisini kaybederken sentetik kokuların yoğunluğu zamanla azalmaz, etkilerini aylarca, hatta yıllarca sürdürür ve sadece 260 derecede yok olabilir. Kıyafet üzerine sıkılan parfümlerde veya kokulu deterjanlarda durum daha tehlikelidir çünkü koku içinde bulunan kimyasalları kumaştan çıkarmak defalarca da yıkansa mümkün değildir. Greenpeace'in 2005'te 25 kokulu ürün üzerine yaptığı bir araştırmaya göre "Ftalat esterler ve sentetik misk" parfümlerin içinde tesbit edilen zehirli kimyasallardan sadece ikisidir ve her bir ürün çevreye en az 17 çeşit zehirli kimyasal yaymaktadır. İncelenen ürünler içerisinde parfümler (alkolsüz esanslar da dahil), oda spreyleri, araç kokuları, deterjanlar, yumuşatıcılar, losyonlar, vücut bakım ürünleri ve şampuanlar bulunmaktadır. Sentetik kokular içerdikleri nörotoksik kimyasallar ile unutkanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, zihin bulanıklığı, hafıza kaybı gibi nörolojik rahatsızlıkları; kaygı, depresyon, panik atak, dikkat dağınıklığı, duygu ve kişilik bozukluğu gibi ruhsal rahatsızlıkları tetiklemektedir. Astım, sinüzit gibi alerjilere; böbrek, kalp, karaciğer, akciğer ve bağışıklık sistemi hasarlarına; yumurta ve spermlerde DNA bozulmalarına, kısırlık, doğum hasarları ve düşüklere, diyabet, hipertiroid veya hipotiroide; kısırlığa, göğüs ve prostat kanserine, sperm kalitesinin bozulmasına, cinsel hormonlarda dengesizliği ve buna bağlı olarak eşcinselliğe, anne sütüne karışarak birçok bebeğin sütten kesilmesine sebep olmaktadır. Bu kimyasallar kokulu ürün kullanan herkesin, dünyaya gelen her 10 bebekten 7'sinin idrarında tesbit edilmektedir. Anne karnındaki kız ceninde vajina darlığına, erkek ceninde penis ve erbezlerinin gelişememesine, erkek çocuklarda kadınsı davranışlara sebep olmaktadır. Östrojen benzeri bileşikler erkeklerde, testesteron benzeri bileşikler kadınlarda hipotalamusta feromon etkisi yaptığı için bu ürünlere karşı güçlü bir bağımlılık oluşmakta ve karşı cins çekiminin azalmasına (cinsel soğukluğa) sebep olmaktadır. Sentetik kokulardaki zararın anlaşılmasıyla birlikte bazı parfüm ve kozmetikler "organik" veya "doğal" adı altında piyasaya sürülmekte, ancak bu ürünlerin çoğunda % 1-2 oranında doğal çiçek özü bulunmaktadır. Sentetik kokuların fiziksel ve ruhsal sağlığa zarar verdiği tespit edildikten sonra Avrupa ve Amerika'da kokuların kontrolsüz kullanımına karşı birçok çalışma başlatılmıştır. Kokuların zararlarına pasif olarak maruz kalmayı engellemek için, sigara içilmeyen alanlar gibi, parfümsüz alan oluşturma çalışmaları yürütülmektedir. Okullarda, iş yerlerinde ve kapalı alanlarda parfüm ve kokulu ürün kullanımı yasaklanmıştır. Doğal kokular hormon dengesi, ruhsal denge, protein ve enerji üretimini bağışıklık sisteminin izin verdiği ölçüde etkiler. Sentetik kokuların 200 kat güçlü etkisi ise bağışıklık sistemini baskılayarak, protein ve enerji üretimini, ruhsal ve zihinsel faaliyetleri, davranış şekillendirme süreçlerini düşman askerler gibi işgal eder. Hazreti Muhammed aleyhisselamın kokular hakkında söylediklerini hatırlayalım: "Bazı kokular melekleri çeker, habis ruhları uzaklaştırır; bazı kokular habis ruhları çeker, melekleri uzaklaştırır." (Camiler, türbeler, okullar ve evlerimizde habis ruhlar çeken kokular bulunsa, meleklerimize ne olacak? Yapay kokulu deterjan ve yumuşatıcılarla yıkanan çarşaflar arasında yatanın, namazda kokulu seccade, kokulu eşarp, kokulu tesbih kullananın duru mu nedir? Kokulu sabunlarla yıkanan, kefenlerine yapay kafur veya misk sürülen ölülerimizin durumu nedir?) "Cinsel ilişkiden sonra guslediniz, su her kıl dibine ulaşsın, çünkü şehvet maddesi her kıl dibinden çıkar." (Rekombinant DNA ürünü cinsel hormanlar (feromonlar) parfüm, şampuan, sıvı sabun vs. ile vücuda sürülürse, abdest ve gusle ne olacaktır?) "İnsan ölürken, ruh her kıl dibinden ayrılır." (Kıl kökleri lazerli epilas yonla tahribata uğradıktan sonra feromon üretimine ne olacak ve ruh be denden nasıl ayrılacak?)
Deterjanlar, Kimyasal Maddeler, Kozmetikler ve Vücut Bakım Ürünlerinin Zararları - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Yeryüzündeki bütün canlılar yani insanlar, hayvanlar ve bitkiler havaya, suya ve toprağa atık bırakırlar. Bu atıkları dönüştürmek ve faydalı hâle getirmek için mükemmel bir ekolojik Sistem yaratılmıştır. Ekolojik sistem bir denge sistemidir ve görevi, kendi içinde çeşitliliği devam ettirmek ve her bir türün neslini korumaktır. Dünyanın bütünü bir ekosistemdir. Bununla beraber bir kıta, bu kıtadaki bir bölge, bu bölgedeki bir köy, bir çiftlik, bir ev veya bir canlı organizma da birer ekolojik sistemdir. Ekosistem içinde bitki türleri üretici, hayvanlar ve insanlar ise genel olarak tüketicidir. Mikroorganizmalar ise, ekosistemdeki bitki, insan ve hayvanların atıklarını parçalayarak, üretici bitkilerin bunları tekrar kullanmasını sağlar. Mikroorganizmalar yeryüzüne, havaya ve suya bırakılan atıkları temizler; toprağın verimini sağlar; lavabo ve tuvaletlerde kireç ve organik kirlerin oluşmasını önler; bağırsaklarımızda vitamin, enzim ve protein üretir; cilt, saç, kıl, tırnak ve ağız dokularının sağlığını korur. Ekolojik dengeyi sağlayan her bir çeşit mikroorganizmanın görevi o kadar farklı, net ve incedir ki, insanlar bunları asla başaramaz. Mikroorganizmalar aniden yok olsa, bütün yeryüzü kalın bir çöp tabakasıyla kaplanır; dünyadaki canlılık bazı bilim adamlarına göre 1,5 saat, bazılarına göre daha kısa sürede sona ererdi. Biyologlar "Melekler belki de mikroplardır' demektedir. Fakat antimikrobiyal ilaçlar, dezenfektanlar, vücut bakım ürünleri, temizlik maddeleri ve tarım ilaçları ile mikroorganizmalar akılsızca ve acımasızca yok edilmektedir. Çünkü, bu kimyasallar sadece mikroplara değil, insanlara da zarar vermektedir. Tuz ruhu, çamaşır suyu, bulaşık deterjanı, yağ çözücü, lavabo açıcı, çamaşır deterjanı, leke giderici ve benzerleri organik kalıntı ve mikropları nasıl anında eritip yok ediyorsa, akciğer ve beyin hücrelerini de etkilemektedir. Solunum yoluyla alınan deterjanlar beyin damarlarını, akciğerlerdeki bronşları ve alveolleri eritir, yıpratır ve şişirir. Kan dolaşımına karışarak damarlarda deformasyona; kan üretiminde ve kan dolaşımında bozulmalara; MS ve alzheimer gibi nörolojik hastalıklara; akciğer, karaciğer ve böbrek hastalıklarına yol açar. Deterjan, kozmetik ve vücut bakım ürünlerini kullananlar halsiz, uyuşuk, depresif ve mutsuzdur. Hormon dengesi bozulmuş, hafızası zayıflamış, şuuru bulanıklaşmıştır; sağlıklı düşünemezler, yüzleri toprak rengidir, tırnakları gri veya mordur, saç dökülmesi ve kıllanma problemleri vardır. Bütün bunlar, Allah'ın hizmetimize verdiği, yalnızca görevini yerine getirmeye çalışan mikropları, vazife başında öldürmenin karşılığıdır. Bugün deterjan gibi kimyasalların yerini nano ürünler almaktadır. Bu ürünler, bütün canlılar için öncekilerden çok daha tehlikelidir. Nano teknoloji yoluyla üretilen nano temizlik ürünleri (temizlik bezleri, cam siliciler, banyo lifleri, araba parlatma eldivenleri, nanomatik toplar, mikrofiber bezler, makyaj pedleri, kağıt havlu ve peçeteler, tuvalet kağıdı gibi) çok yaygın kullanılmaya başlamıştır. Özellikle camiler, oteller, okullar, kreşler, toplu taşıma araçları, hastaneler, evler, hayvan barınakları gibi yerlerde kullanılmaktadır. Nano Temizlik ürünleri, uygulandığı tüm yüzeylere yapışarak nano boyutta, renksiz bir tabaka oluşturur, bütün mikroorganizmaları (bakteri, virüs, mantar, küfler, vs.) %99,9 oranında öldürür; bakteri oluşumunu uzun süreli olarak engeller; organik kokuları yok eder. Hijyen ürünlerinden en önemli farkı, adeta bir mikroorganizma mıknatısı etkisi oluşturmasıdır. Bu şekilde çevredeki ve havadaki mikro organizmaları kendine çeker, hazım sistemindeki enzim üretimini yok ederek öldürür. İnsan ve hayvanlarda enzim üretim sistemi mikroorganizmaların enzim üretim sistemine benzediği için aynı etkiyi gösterebilir. Dolayısıyla bu maddelerin kullanımı tahminlerin çok üstünde global felaketlere sebep olabilir. Halbuki, Allah (celle celalühü ) Maide Suresi. 6. Ayet'te her türlü necasetten temizlenmek için su ve toprak kullanmayı emretmiş, temizlik için bunların yeterli olduğunu bildirmiştir. Çünkü bizi ve yaşadığınız çevreyi kirleten herhangi bir madde veya mikroplar değil, negatif enerjidir. Negatif enerjiyi kıran temiz su ve topraktır. Vücudu ve elleri yıkarken sabunlamak bile şart değildir. Cilt üzerinde yaşayan ve cilt sağlığını korumakla görevli mikroplar, bu işi bizden daha iyi yaparlar. Biz sabun kullanarak, mikropların görevini aksatmış oluruz. Çamaşırda ve temizlikte sadece kokusuz sabun, kokusuz mayi sabunu, çamaşır sodası, kil ve katkı maddesi içermeyen sabun tozları kullanmak gerekir. Fakat hidrojenize yağları kullananların vücut kılları ve dışkı ile atılan yağ metabolikleri yapışkan olduğu için çamaşırlar, tuvalet ve banyolarda yapışkan, zor temizlenen kalıntı bırakır. Bu kalıntıları sadece deterjanlar temizleyebilir. İnsan, yapay yağlarla, yiyecek, içecek ve vücut bakım ürünlerindeki katkı maddeleriyle, tıbbi ilaçlarla ve nihayet nano ürünlerle bedenini mumyalamaktadır. Bu nedenle son yıllarda böcek, sinek ve bakteriler artık mezarlardaki cesetleri çürütüp toprağa karıştıramaz hale gelmiştir. Doğal alanları da kirleten bu maddeler sebebiyle bir süre sonra hayvanların cesetleri de çürümez hale gelecektir. Diğer taraftan, ölü insan, hayvan ve bitkileri çürüterek ekolojik dönüşümü sağlayan böcek, sinek ve mikroorganizmalara karşı kullanılan tarım ve böcek ilaçları, bu görevli varlıkların neslini tüketmektedir. Bu durum devam ettiği sürece, biyolojik çevrim yavaşlayacak; bazı böcek, sinek ve bakterilerin nesli yok olacak, dünya ölü bataklığına dönüşecek ve ekolojik kıyamet kaçınılmaz olacaktır. Deterjan, tarım ilacı, antibiyotik, vücut bakım ürünü, katkı maddeleri ve nano ürünleri kullanan insan "ekolojik kıyamet"i kendi elleriyle hazırlamaktadır.
Katkılı Hazır Yiyecek ve İçeceklerin Zararları - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Katkılı Hazır Yiyecek ve İçecekler Marketlerdeki bütün uzun ömürlü ürünler, sağlığı, özellikle çocukların sağlığını tehdit etmektedir. ("GMO" bölümüne bakınız.) Bu gıdalar metabolizmayı, bağışıklık sistemini ve genetiği ciddi şekilde etkiler; sindirilemediği için birikinti ve damar tıkanıklıklarına neden olur. Vitamin ve protein üretimini, su yapısını, vücudun su oranı ve su terkibini bozarak, yaşlanmayı hızlandırır; alerjilere ve çeşitli hastalıklara sebep olur. Bu faktörleri göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, 10-12 yaş grubu çocukların büyük çoğunluğu artık, bu gıdaların bağışıklık sisteminde, beyinde ve üreme organlarında oluşturduğu tahribatlar sonucu, şimdiden küçük birer ihtiyar gibidir. Dünya gıda endüstrisinde, binlerce çeşit ve milyonlarca ton katkı maddesi kullanılmaktadır. Hazır gıda kullanmakta sakınca görmeyen biri her gün yaklaşık 2000 çeşit yapay katkı maddesi tüketmektedir: Tatlandırıcı, tat verici, kıvam koruyucu, kıvam artırıcı, renklendirici, renk koruyucu, beyazlatıcı, bozulmayı önleyici, nem tutucu, boya, arama, vs. Yiyecek endüstrisi, kullanılan katkı maddelerini ambalaj üzerinde belirtmek zorundadır. Fakat bu zorunluluk, üreticinin sadece kendi kattığı maddelere mahsustur. Mesela, bir fırın, ürettiği bir üründe su, maya, tuz, yağ, yumurta ve şeker gibi kullandığı malzemeyi belitmek zorundadır, fakat bunların içerdiği katkı maddelerini belirtmek zorunda değildir. Bununla birlikte, katkı maddelerinin üretim metodunu da belirtmek zorunda değildir. Tamamen katkı maddelerinden oluşan; şeker, sakız gibi 10 cm2'den küçük, ambalajlı ürünleri üretenler de katkı maddelerini belirtmek zorunda değildir. Zeytin, et, peynir, ekmek, baharat, baklagiller, tahıl, kuruyemiş, taze meyve ve sebze gibi açık satılan yiyeceklerde, lokanta veya pastanelerdeki ürünlerde de katkı maddelerini belirtme mecburiyeti yoktur. Örnek olarak en yaygın kullanılan basit bir sakızın içindekilere bakalım: 1- Sakız mayası.: Sakızın ana maddesidir. Ambalajda belirtilmeyen, sakız mayasının içindekiler şunlardır: Kauçuk, vaks, antioksidan, elastomer, reçine, venil polimer, parafin ve katkı maddeleri (katkı maddelerinin sayısı ve türü belirtilmemiştir). 2- Tatlandıncılar (7 tane): Doğal olmadığı için bunların tamamı sindirimi bozar, alerjilere yol açar, diyabete zemin hazırlar. Ayrıca her birinin özel zararları da vardır. ("En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri" bölümünde Aspartam'a bakınız). 3- Doğala özdeş aramalar (3 tane): Rekombinant-DNA ve nanoteknoloji yöntemiyle üretilenler beden-ruh dengesini ve hormanal dengeyi etkiler. "Aromalar'' konusuna ve "Zihin Kontrolü" bölümüne bakınız.) 4. Gliserol (Nem tutucu): Büyük ihtimalle domuz ürünüdür. Mezbaha atıklarından da elde edilebilir. 5. Lesitin (Emülgatör): Büyük oranda domuz ürünüdür. Bitkisel olanda "soya lesitini" yazar, ancak bu da genetiği değiştirilmiş soyadan elde edilir. 6. Parlatıcılar (2 tane): Biri, "şellak."tır ki genetiği değiştiritmiş bir tür bitten elde edilir. Alerjilere ve beklenmeyen yan etkilere yol açabilir. Diğeri ''karnauba mumu"dur. Aslında kağıtçılık ve mobilyacılık gibi sanayilerde kullanılan sentetik bir mumdur. Her ikisi de bir çok ülkede yasaklanmıştır. 7. Titanyum dioksit, E 171: Renklendirici ve nem tutucudur. En tehlikeli maddelerden biri olan titanyum dioksit için (En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri) ve (Zihin Kontrolü), bölümüne bakınız. Gördüğünüz gibi 2,5 gramlık küçücük bir sakız en az 34 tane katkı maddesi içerir. En az diyoruz çünkü her bir katkı maddesinin 2-7 tane kendi koruyucu, renklendirici, nem tutucu katkıları vardır. Sakızın üzerinde "laksatif etki (ishal) yapabilir" ve "Sakızdır, yutmayınız" uyarıları yer alır. Çocukların bu uyarıyı anlaması beklenemez ve küçük çocukların hepsi sakızı yutar! Katkı maddelerini savunanlar "Katkı maddelerinin içinde zararsız hatta faydalı olanlar vardır" diyebilirler. Birkaç yıl öncesine kadar bu doğru olabilirdi, ancak bugün katkı maddeleri farklı malzemelerden, farklı teknoloji ve yöntemlerle elde edilmektedir. Üretim metodlarının, içeriğinin ve kaynaklarının, güvenli, tehlikeli veya şüpheli olup olmadığının belirlenmesi kesinlikle mümkün değildir. Örneğin, Karaten (E160) Doğal Avitamini kaynağıdır ve doğal bitki pigmentlerinden, betanin (E162) ise kırmızı pancardan elde edilebilir. 40 yıl önce doğal bitkilerden elde edilen bu katkı maddelerinin üretim şekli değiştiği halde hâlâ "güvenilir" sınıfında yer almaya devam etmektedir. Bu katkı maddeleri, artık rekombinant DNA yöntemiyle elde edilmektedir ve "tehlikeli" hale gelmiştir. Ürün ambalajlı veya ambalajsız olsun, ambalaj üzerinde içindekiler belirtilsin veya belirtilmesin, üründe kullanılan katkı maddelerinin gerçek sayılarını ve kaynaklarını tespit etmek mümkün değildir. Her üründe kullanılan onlarca çeşit katkı maddesinden bazıları tek başına zararlı olmasa da, bir arada zararlı olabilir veya birbirinin zararını artırabilir (sinerjizm etkileşimi), ya da vücuttaki her türlü madde, alınan ilaçlar, besinler ve depolarda birikenlerle tehlikeli bileşimler oluşturabilir. Ancak en sık kullanılan katkı maddeleri tek başına da çok zararlıdır. En Yaygın Kullanılan Katkı Maddeleri Aspartam, E-951 Aspartam, en yaygın kullanılan, şekerden 180-200 kat daha tatlı bir sentetik tatlandırıcıdır. Rekombinant-DNA yöntemi ile elde edilir. Çikolata, sakız, et ürünleri, ketçap, soslar, gazozlar, şekerlemeler, ilaçlar, diyet yiyecek ve içeceklerde ve pastanelerde şeker yerine kullanılır. Gıda sektöründe değişik isimlerle, ancak en çok Aspartam, fenilalanin ya da Surel diye adlandırılır ve etiketlerde bu şekilde yer alır. Çoğu zaman sakarin veya siklamat ile de karıştırılarak kullanılır. Bu karışımlara Alfasfit, Aspamiks, Aspasvit, Svitli, Aspartin, Evrosvit vs adı verilir. Aspartam içeren tatlandırıcılar etikette sadece "tatlandırıcı" olarak da bildirilebilir. Aspartamın % 60'nı fenilalanin oluşturur. fenilalanin tüm biyokimyasal süreçlerde ve protein üretiminde yer alan en önemli aminoasitlerden biridir. İnsan bedeni her gün protein ile alınan fenilalanine ihtiyaç duyar. Sentetik fenilalanin yapı olarak doğalma göre çok daha aktif olduğundan doğal fenilalanin yerine geçer, onun bütün fonksiyonlarını üstlenir. Böylece hazır ürünlerle sentetik fenilalanin alanlar ruhsal ve fiziksel olarak ona bağımlı hale gelir. Ruhsal bağımlılık: Fenilalanin, vücutta tirozin aminoasidine dönüşür, tirozinden ise ruh halini ve ağrı hislerini yöneten dopamin ve noradrenalin üretilir. Bu da sentetik fenilalanin kullanan kişide ruhsal bağımlılığa neden olur. Ayrıca fenilalaninden cinsel dürtüleri yöneten feniletilamin meydana gelir ve aşık olma duygusunu tetikler. fenilalaninden üretilen hormonlar fikir üretimi sürecinde etkin rol oynadığından hafıza, öğrenme ve düşünme kapasitesi de doğrudan etkilenir. Bu yüzden aspartam bağımlısı insanlar çikolata yemeden veya aspartamlı bir içecek içmeden zihinsel çalışma yapamazlar. Fiziksel bağımlılık: Aspartamda bulunan sentetik fenilalanin etkin olarak metabolizmaya dahil olur, pankreas, karaciğer, tiroid bezi ve böbreküstü bezinin hormon üretimine katılır. En önemli tiroid hormonlarından olan tiroksin ile pankreas hormonu olan insülin fenilalanin vasıtasıyla üretilir ve metabolizma atıklarının böbrek ve karaciğer yoluyla atılması fenilalanin vasıtasıyla sağlanır. Kısacası fenilalanin vücudun en önemli fonksiyonlarının tümünü kontrol eder ve böylece sentetik fenilalanin kullanan kişi ona tamamen bağımlı hale gelir. Vücutta sentetik fenilalanin dönüşüm döngüsü bozulduğunda (ki bağışıklık sistemi tamamen çökene kadar sürekli olarak bozulacaktır) vücudun tüm dokularında özellikle beyin ve üreme organ dokularında bu maddenin kendisi ve toksik atıkları birikir. Birikim yerlerindeki dokuların hücreleri ve sentetik fenilalanin iştirak ettiği tüm süreçler tahrip olur. O zaman, kronik sentetik fenilalanin zehirlenmesi belirtileri ortaya çıkar: kronik yorgunluk, döküntü, bayılma, kas ağrıları, göz kapaklarında, dudaklarda, ellerde ve ayaklarda şişme, eklem ağrıları, bulantı, çarpıntı, anksiyete, şişmanlık, baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, depresyon, tiroid ve nörolojik rahatsızlıklar, hafıza kaybı, spazm, epileptik nöbetler, beyinsel özürler, üreme organlarında sorunlar, duyma yetisinin zayıflaması veya kaybı, ağır karaciğer ve böbrek patolojileri. Aspartamın beyin tümörü, skleroz, epilepsi, parkinson, alzheimer, zihinsel gerilik ve diabete neden olduğu saptanmıştır. Sentetik fenilalanin sperm ve yumurtaları zehirler ve mutasyona uğratır. Aspartam hamilelikte doğrudan ceninin gelişimini etkiler; kullanılan miktarın çok az olması veya uzun zaman önce kullanılmış olmasının önemi yoktur. Aspartamı yasaklayan veya kullanımına sınır koyan ülkelerde, kısırlık, doğum kusurları, gelişme çağındaki çocuklarda zihinsel ve ruhsal problemIerin oranı hızla azalmakta, Türkiye'de ise aynı hızla artmaktadır. Gıdalarda, hayvan yemlerinde veya tedavi amacıyla dünyada her yıl 2 milyon tondan fazla üretilen sentetik aminoasitlerde en büyük oranı fenilalanin ve glutamik asit oluşturur. Sodyum nitrit (E 250): Nitrat-Nitrit'ler içinde Türkiye'de en çok kullanılan katkı maddesidir. Tüm işlenmiş et ürünlerinde (sosis, salam, pastırma, sucuk) hem koruyucu, hem renklendirici, hem de lezzet arttırıcı olarak kullanılır. Et ürünleri ile alınan sodyum nitrit, vücutta, kanserojen bir madde olan nitrasamine dönüşür. Nitrosaminler, doku hasarına, mutasyona ve kansere neden olur (kolon kanseri, karaciğer kanseri, pankreas kanseri, beyin kanseri, lösemi vb.) Sodyum nitritli ürünler, baş dönmesine, baş ağrısına, nefes alma zorluğuna da neden olabilir. Nitrit ve nitratlar hemoglobini etkileyerek dokuların oksijen almasını ve beslenmesini engeller. Kemik iliği dejenerasyonuna ve bunun sonucunda kemik iliği yetmezliğine ve ağır anemilere neden olabilmektedir. Sodyum Sülfit (E221): Türkiye'de, en geniş alanda ve en sık kullanılan sülfitleyicidir. Gıda maddelerinde ve ilaçlarda renk ve kıvam koruyucu, bozulmayı önleyici ve beyazlatıcı olarak kullanılır. Fermente içeceklerde, salata soslarında, bira ve şarap gibi içeceklerde bulunur. Şekerleme, peynir, sakız, dondurma, bisküvi, çay, reçel, jöle, konserve, çeşni, meyve suyu, kuru meyve, kuru sebze, pakedi deniz ürünü, hazır çorba, salam, sosis, sucuk, kurutulmuş et, dondurulmuş patates ve balık ürünlerinde kullanılır. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin yaptığı araştırmalarda, sodyum sülfitin besin ve ilaç yoluyla alınmasının, öğrenme ve hafıza gibi beyinsel fonksiyonlarda bozulmaya neden olduğu ve bozulmanın zamanla daha ileri boyutlarda seyrettiği tespit edilmiştir. Sülfitler göğüste sıkışma, karın ağrısı, kurdeşen, ishal, kan basıncının düşmesi, beyinde yanma hissi, halsizlik ve kalp çarpıntısına neden olur. Ayrıca sülfitler, astım hastalarında astım ataklarını tetikler. Sodyum Nitrit (E250) ve Sodyum sülfit'in zararı en fazla cenin, bebek ve çocuklar üzerinde görülmektedir. Formaldehit: Her tür ürünün bozulmasını önler. Sıva, duvar kağıdı, tekstil, halıfleks, boya, yağlı boya, lastik, mobilya, her çeşit deterjan ve vücut bakım ürününde kullanıldığı gibi; et, balık, sucuk, yağ, tahıl, hayvan yemi, tohumluk ve bütün aşılarda kullanılır. Formaldehitin en yaygın kullanıldığı alanlar, sıkıştırılmış tahtadan yapılan yer döşemeleri, dolaplar, duvar kaplamaları, mobilyalar, oda spreyleri, dokuma kumaşlar, deterjanlar, döşeme cilaları, duvar kağıtları, halılar ve boyalardır. Evin ısı ve nemi ne kadar yüksek, ev eşyaları ne kadar yeni ise, havaya karışan formaldehit miktarı o kadar fazladır. Aroma ve emülgatör türü bütün katkı maddelerine bozulmayı önleyici olarak katılır. Ayrıca mantar hastalıklarında ve tıbbi laboratuarlarda sterilize edici ve koruyucu sıvı olarak kullanılır. 50 yıldır yoğun bir şekilde kullanılan Formaldehit, güçlü mutajen ve alerjenler arasındadır ve ödem, kronik rinit, bronşiyal astım, alerjik gastrit, kolit ve aşırı duyarlılığa neden olabilir. Aşırı duyarlılık ise bir sonraki formaldehit etkileşiminde daha şiddetli bir reaksiyona yol açabilir. Gıda, kozmetik, ev eşyası, sigara dumanı, egzos gazı ve inşaat malzemesinden direk vücuda giren veya havaya karışan formaldehit mide suyu ile reaksiyona girdiğinde kanserojen bir madde oluşturarak burun kanseri, akciğer kanseri, beyin kanseri ve lösemiye yol açabilir. Titanyumdioksit (Ti02) (E 171): Dünyada en yaygın kullanılan mineraldir ve nanoteknolojinin 3 ana maddesinden biridir. Doğal bir mineral olan titanyumdioksit, nanoteknoloji yöntemiyle atom yapısı değiştirilerek çok aktif bir nano parçacık formuna getirilmiştir (yeniden inşa edilmiştir). Işığın (foton) titanyumdioksit nanoparçacıklar üzerine düşmesiyle, organik madde, kimyasal reaksiyon sonucu parçalanmaya başlar. Bu yapay süreç, bitkilerde gerçekleşen fotosenteze benzer. Fotosentez, bitkilerin güneş ışığının etkisiyle karbondioksit ve sudan, organik madde yani besin üretmesidir. Ancak, titanyum dioksit, fotosentezden farklı olarak tam tersini yapar, yani organik maddeleri parçalayarak karbondioksit ve suya ayrıştırır. Bunun anlamı şudur: Titanyum dioksit nano parçacıklar, herhangi bir organik madde ya da canlı hücreye temas ettiğinde, organik madde veya canlı dokunun parçalanmasına neden olan kimyasal reaksiyonu başlatabilecek korkunç bir yetenektedir. Günümüzde titanyumdioksit şekerleme, reçel, sakız, pudra şekeri, toz şeker, küp şeker, tuz, karbonat, sütlü içecekler, süt, süt tozu, peynir, peynir altı suyu, margarin, un, hamur, tavuk, et, balık, deniz ürünleri, soya ürünleri gibi gıda maddelerinde; tıbbi ilaçlarda, vücut bakım ürünleri, her türlü kozmetik, krem, diş macunu, diş beyazlatıcı, sabun, deterjan ve temizlik ürünlerinde beyazlatıcı, bozulmayı önleyici veya nem tutucu olarak kullanılır. Özellikle kirli havayı temizleme, baraj, nehir ve göllerden içme suyu elde etme amacıyla hava ve suya titanyumdioksit nano parçacıklar serpilmektedir. Kendi kendini temizleyen camlar, kaplama malzemeleri, duvar boyaları, eşarp, kumaş ve giysiler titanyumdioksit nanoparçaçıklar ile üretilmektedir. Ağız, deri ve nefes yoluyla vücuda giren nano parçacıkların organizmayı hiç bir şekilde terk etmediği, dokularda çöküntü olarak biriktiği, akciğerIere büyük hasar verdiği tespit edilmiştir. Ayrıca nano parçacıklar bulunduğu ortamda canlı hücrenin yapısına nüfuz edebilme ve bunun sonucunda da bütün hücrelerde, özellikle beyin hücrelerinde hasar oluşturma ve genleri mutasyona uğratma yeteneğine sahiptir. Kozmetikler ve güneş kremlerinde büyük oranda kullanılan ve cilt tarafından emilen titanium dioksid ve çinko oksid nano parçacıklar ışığa karşı duyarlıdır, serbest radikaller üretir ve güneş ışığına maruz kaldığında deri hücrelerinde DNA hasarına yolaçar; ciltte bir yara varsa deri yoluyla kan dolaşımına karışır. Bir kez kan dolaşımına giren nano parçacıklar bütün bedende dolaşabilir, beyin, kalp, karaciğer, böbrek, dalak, kemik iliği ve sinir sistemi de dahil olmak üzere organiara ve dokulara nüfuz edebilir. Nano parçacıklar hücre içine girebilir, mitokondri ve hücre çekirdeği tarafından içeri alınabilir, mitokondri de büyük yapısal hasara, dolayısıyla enerji ve protein üretiminin bozulmasına, DNA mutasyonu ve hücrenin ölümüne sebep olabilir. Nanoparçacıkların en fazla yayılma alanı bulduğu organ karaciğer olarak görülmekte, dalak onu izlemektedir. Karaciğer hastalıklarında zararsız yabancı madde birikiminin bile karaciğer fonksiyonlarını zayıflattığı ve karaciğere zarar verdiği bilinmektedir. Gıda endüstrisinde kullanılan renklendiricilerin yan etkileri hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Araştırmalarda bu katkı maddelerinin genotoksik etkilere, harmanal bozukluklara, davranış bozukluklarına ve nöralojik rahatsızlıklara yol açtığı kanıtlanmıştır. Ti02, dünya genelinde toplam renklendirici madde üretiminin tek başına %70'ini oluşturmakta; ayrıca çeşitli sebeplerle bütün renklendiricilerde de kullanılmakta; dolayısıyla gerçekte bu oran daha da yükselmektedir. Bugün her bir insanın yalnızca içme suyu ve gıdalardan günde ortalama 300 gram titanyum dioksit tükettiği düşünülmektedir. Nanomateryaller endüstriyel atıklar ve ev atıkları yoluyla çevreye karıştıkları zaman toprak ve su mikroflorasını bozar. Bu da besin zincirinde değişimlere sebep olur. Araştırma sonuçlarına göre Ti02 nanoparçacıkları spermlerde hareketlilik ve yoğunluğu azaltır, ömrünü kısaltır, ileri düzeyde anormalliklere ve testesteron seviyesinin düşmesine sebep olur. Histopatolojik bulgularda Ti02'in sperm kılıfında epitelium kalınlaşması ve erbezlerindeki kan damarlannda varikosele sebep olduğu gözlemlenmiştir. Bunun yanısıra dokuları tuttuğu için kilo almaya engel olduğu tespit edilmiştir. Bütün bu araştırma sonuçlarına rağmen insan organizmasına giren nanoparçacıkların kimyasal ve ruhsal olarak sebep olabileceği değişimierin büyüklüğü ve vehameti yine de tahmin edilemiyor. En çok kullanılan nanomateriyal özelliğine sahip olan TiOl son zamanlarda ziraatte de kullanılmaya başlanmıştır. Yukanda anlatılan ürünlerden uzak durarak titanyum dioksidin zararlanndan korunmak mümkün olabilir ancak titanyum dioksidin zirratte kullanılması korunmayı imkansız hale getirmektedir. Et73 Alüminyum hidroksit: Aşılarda koruyucu, ilaç ve şekerlemelerde renklendirici (gümüş rengi) ve nem tutucu olarak kullanılır. Karbonat, şeker, tuz gibi her tür toz ürüne katılabilen alüminyum hidroksit toksik veya alerjen olan her bir maddeye karşı (katkı maddeleri dahil), aşırı duyarlılığa neden olabilir. Alüminyum hidroksit beyin dokulannda birikir, zeka geriliğine, öğrenme zorluğuna yol açar. Çocuk felci, kas erimesi ve alerjiyi provoke eder. Dünyanın bir çok ülkesinde yasaklanmasına rağmen, Türkiye'de sadece aşı, ilaç ve şekerlemelere değil, sofra tuzuna bile katılarak, bebekler dahil, herkese yedirilmektedir. Gıdalarda katkı maddesi kullanımı yıkıcı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların bazıları şunlardır: Sindirim sisteminin bozulması, kronik toksik hepatit, böbrek ve böbreküstü bezi hastalıkları, üreme organlarında bozulmalar, kısırlık, endometriozis, kistler, kanser, diyabet, tiroid rahatsızlıkları, havale, hiperaktivite, davranış bozukluğu, otizm, baş dönmesi, baş ağrısı, depresyon, alzheimer, parkinson, MS, düşük tansiyon, yüksek tansiyon, titreme, alerjik kaşıntılar, egzama, astım ve aşırı duyarlılık ... Katkı maddeleri üzerine pek çok ülkede yapılan araştırma sonuçları dehşet vericidir. Ancak bu ürpertici gerçeğe rağmen, üretici firmaların ve parayı elinde tutanların karşısında, sesini yükseltecek, yorum yapacak veya kampanya başlatacak bir topluluk veya kamuoyu oluşabilmiş değildir. ("GMO" bölümüne bakınız.)
Baş Ağrısı için öneriler - Dr Aidin Salih Gerçek Tıp Kitabı
Baş Ağrısı Beynin iç dokusunda ağrı algılayıcıları olmadığı için beyinde ağrı olmaz. Baş ağrısı dâhil bütün ağrılar, aslında vücudun bağışıklık sistemine gönderdiği birer rapordur. Bu raporda ağrıyan bölgedeki zararın ezilme, kanama, kimyasal madde zehirlenmesi gibi sebebi, enfeksiyon tipi ve şiddeti detayıyla anlatılır. Baş ağrısı olarak hissedilen ağrı, çoğu zaman vücudun herhangi bir yerinde oluşan bu tür bir rahatsızlıktır. Beyinde her organa ait bir merkez vardır. Organlarda meydana gelen rahatsızlığın bilgisi bu rahatsızlık sonucu oluşan kimyasal maddeler ve belli frekans dalgaları vasıtasıyla, sinyaller hâlinde beynin ilgili merkezine gelir. Bu sinyaller beyinde ağrı hissi oluşturarak insanı zararlı davranışlardan koruyarak hastalığın ilerlemesini engeller. Beyin aynı zamanda, bu sinyalleri sınıflandırarak detaylı bilgiler şeklinde bağışıklık sistemine göndererek bağışıklık sisteminin sistematik bir koruma ve iyileşme programı hazırlamasını sağlar. Ağrıya sabredilip ağrı kesici alınmasa, beyin ve bağışıklık sistemi, görevini tam olarak yapabilir ve vücudu hastalıktan koruyabilir. Ağrı kesici alındığında ise, ağrı ile birlikte bu bilgi aktarımı da kesilir. Hastalık derinleşmeye devam eder, fakat bağışıklık sisteminin savunması engellenir. Alınan her bir ağrı kesici veya herhangi tıbbi ilaçla birlikte, bağışıklık sistemi gittikçe zayıflar, bir noktadan sonra görev yapamaz hâle gelir. Baş ağrısı, böbrek, idrar yolları, karaciğer, safra kesesi, mide, rahim ve prostat hastalığı, yüksek tansiyon, düz tabanlık, kabızlık gibi pek çok farklı nedene bağlı olabilir. Kabızlıktan kaynaklanan baş ağrısı Devamlı kabızlık çekenlerde kalın bağırsağın sonundaki kısım yani düz bağırsak deforme olur ve makat çevresinde cepler oluşmaya başlar. Bu ceplerde toplanan dışkı, sümüksel sıvı ve iltihap gibi maddeler makat çevresinde bulunan ve beyin ile bağlantılı yaklaşık 100 akupunktur noktasını etkiler. Baş ağrısı, bu akupunktur noktaları vasıtasıyla hissedilir. Bu nedenle ağrı kesici almak yerine, soğuk suyla taharet alışkanlığı kazanmak, zaman zaman müshil veya lavman kullanarak bağırsakları boşaltmak daha mantıklıdır. Bu tür baş ağrısından kalıcı olarak kurtulmanın en kısa ve kolay yolu "Hastalık Sebepleri", "Mide ve bağırsakların Tedavisi" ve "Kabızlık" bölümünde anlatılmıştır. Böbrek ve idrar yollarıyla bağlantılı baş ağrısı: Bu sebebe bağlı ağrı önce ayakların arkasından başlar, ense çukurundan yukarı yükselir ve burun köküne kadar inebilir. Aynı zamanda büyük ve küçük tansiyon birlikte yükselerek baş ağrısını artırabilir. Bu tip baş ağrısı, idrarı uzun süre tutma, kabızlık veya hazımsızlıktan sonra görülür. Bu durumda alınan ağrı kesiciler böbrek rahatsızlığını artırır, rahatsızlık arttıkça baş ağrısı da giderek şiddetlenir. Çözüm ağrı kesici almada değil, böbreklerin tedavisindedir. Bugün dünyada kronik böbrek yetmezliğinin en sık rastlanan nedenlerinden birinin ağrı kesiciler ve aspirin olduğu tespit edilmiştir. Bu, kronik diyaliz hastaları arasında yıllarca ağrı kesici ve aspirin kullananların sayısının yüksek olduğu anlamına gelir. Mideyle bağlantılı baş ağrısı: Kan grubu "A" ve "AB" olanlarda kusmakla, kan grubu "0" ve "B" olanlarda yemek yemeyle geçen başağrısı mideyle bağlantılıdır. Bu tür baş ağrısı devamlı hazımsızlık sebebiyle vücutta metabolik atıkların ve damarlardaki tıkanıklığın arttığını gösterir. Karaciğerden kaynaklanan baş ağrısı sağ tarafta, dalaktan kaynaklanan baş ağrısı sol tarafta hissedilir. Geçici olarak kusma ve ishalle, kalıcı olarak karaciğer ve dalak tedavisiyle geçer. Beyinde toplanan toksik maddelerden kaynaklanan baş ağrısı: Beynin kendisinde ağrı reseptörleri (algılayıcı) olmadığı halde, kafatasının içini ve beynin dışını saran zarlarda ve beynin içindeki damarlarda ağrı reseptörleri vardır. Beyindeki kan-sıvı dolaşımında bozulma, katkı maddelerinin birikimi ve beyin tümörü gibi bazı beyin hastalıkları beyin zarını ya da damarları etkileyerek baş ağrısı oluşturabilir. Aspartam, titanyum dioksid ve östrojeni taklit eden katkı maddeleri (bisfenoi-A ve paraben gibi) beyin zarında ve beyin damarlarında birikerek mutasyonlara, buna bağlı olarak doku değişimine, psikolojik ve ruhsal problemlerle birlikte şiddetli baş ağrısına, aspartam ek olarak baş dönmesine yol açar. Beyin, kendi içinde oluşan veya kan dolaşımı ile gelen toksik ve atık maddeleri sinüslere, kulak arkasına ve kulaklara atar. Sinüslere atılan toksik ve atık maddeler geniz akıntısı ile aşağı doğru yayılarak bademcik, ses telleri, yemek borusu, akciğer ve mide hastalıklarına zemin hazırlar. Bu nedenle oluşan ve dolunay ile yeniayda tekrarlayan bu şiddetli baş ağrıları sırasında beyinden, mideye geniz yoluyla yakıcı, pis kokulu toksik madde geldiğinden hasta kusar ve bu kusma ile baş ağrısı geçer. Bu tür baş ağrısı açlık tedavisi sırasında artabilir. Çünkü açlıkta, beyin dokularında toplanan toksik maddeler ve metabolizma atıkları parçalanarak gaz oluşturur, bu gaz sebebiyle kafatasında iç basınç artar. Baş ağrısının şiddeti direkt bu basıncın şiddetine bağlıdır. Bu sırada hacamat yapılırsa gaz dışarı atılır ve baş ağrısı geçer. Bu tür baş ağrısı çekenlerin, beyinde toplanan maddenin, geniz akıntısı ile rahatça aşağıya akabilmesi için yüksek yastıkta yatması ve burna akıntıyı artıran ilaçlar çekmek gerekir. Beyinden kulaklar ve kulak arkasına atılan toksik ve atık maddeler, kulak iltihabına, kulak arkası yaralar ve çıbanlara yol açabilir. Tıbbı yöntemlerle kulak akıntısı durdurulduğu ve kulak arkası yaralar kapatıldığında başağrısı artar. ("Havale" bölümüne bakınız.) Düz tabanlılıktan kaynaklanan baş ağrısı: Son zamanlarda çocuklarda ve gençlerde düz tabanlılık hızla artmaktadır. Düz tabanlılık, yürüyüş esnasında omurgaya aşırı yük yükler ve zamanla omurgada deformasyon oluşur. Bu sebeple omurga kanalında sıvı dolaşımının zorlaşması baş ağrısına neden olur. Düz tabanlılıktan kaynaklanan baş ağrısını engellemek için taban ve sırt kaslarını güçlendirmeli ve ömür boyu güçlü tutmalıdır. Baş ağrısını geçirmek için: Baş ağrısı başladığı anda ılık suya zeytinyağı karıştırarak içip kusmalı, lavman yapmalı ve soğuğa yakın ılık suyla yıkanmalıdır. Sonra limon suyu+su karışımı veya greyfurt suyu içmeli ya da yeşil çay, nane veya kekik ile içilmelidir. Geçmezse, 3-5 litre sıcak suya 20-30 gram öğütülmüş hardal tohumu karıştırıp ayak banyosu yapılır. Hardal tohumu yerine kaya tuzu kullanılabilir veya tabanlara masaj yapılır. • Her tür baş ağrısında, özellikle yüksek tansiyon ve böbreklerden kaynaklanan ve aralıksız devam eden baş ağrılarında önce makata 11 sülük, 2 hafta sonra kulak arkasına, ense çukuru altına ve şakaklara toplam 19 sülük konur. Sülükler düştükten sonra kesiklere birkaç defa kupa çekilir ve kanama durdurulur. • Sülük bulunamazsa omuzlara hacamat yaptırılır. • Hacamat imkanı da yoksa, sırta kupa çekilir: 6 tane sırta, bir tane kürek kemikleri arasına, birer tane de baldırların arkasına kapatılır (toplam 9 tane) ve 15 dakika bekletilir. • Burun kanaması, basur kanaması ve adet kanamasını rahmet olarak görmek ve kanamayı durdurmamak gerekir. ("Hacamat" bölümüne bakınız.) Yukarıda anlatılan işlemlerle baş ağrısı geçer, ancak kökten ortadan kaldırmak için baş ağrısına sebep olan hastalığı tedavi etmek gerekir. Öneriler • Mide ve bağırsakların tedavisi, karaciğer, kireç ve böbrek temizlemesi yapılır. Bu temizlemelerle birlikte her Pazartesi 36 saat açlık yapılır, her Perşembe meyve-sebze suyu ile geçirilir. • Mide ve bağırsakların tedavisi ile beraber tarama hacamat yaptırılır. • 8 hafta sonra diş etleri ve burun deliklerine tuttuğu kadar sülük konur. Tedavinin ilk gününden itibaren 2-3 hafta boyunca, açlık günü hariç her gün aşağıdaki karışım kullanılır: 60 gram çörekotu + 20 gram karanfil + 30 gram anason öğütülür. Sabah-akşam bal şurubu ile 1 tatlı kaşığı yutulur. Ayrıca Reyhan (fesleğen), biberiye, lavanta, kediotu kökü ve nane koklamak veya ezerek şakaklara sürmek baş ağrısını hafifletir. 2-3 hafta sonra 2/3 acı kavun suyu + 1/3 su karışımı avuç içine dökülür ve baş öne doğru eğikken, genize kadar bir defa çekilir, 2-3 saniye tutularak bırakılır. 2-3 saat sonra şiddetli burun akıntısı başlar ve 1-3 gün devam edebilir. Bu işlem kronik baş ağrısı, sinüzit, beyin damarlarında tıkanıklık ve kireçlenmeleri giderir, kimyasal maddelerin sökülerek atılmasını sağlar. Kan grubu "A" olanlar acı kavun suyunu su katmadan kullanabilirler. Bundan sonra 3 günlük açlıklara başlanır. 4-7 gün arayla 21 defa tekrarlanır, her 7 açlıktan sonra karaciğer temizlernesi yapılır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)